Adana’dan söktü bekar.
Ört düştüğü yeri yakar.
Ne yatıyon aslan oğlum,
Yiğit yaylasına çıkar.
Fatma Işık
Yıllardır üstünde düşündüğüm bir konu var. Babaannem Fatma,
Babam Hasret öldüğü zaman, arkasından bir
ağıt yakmış. Ağıttaki dörtlüklerin birinde , “Adana’dan söktü bekar” diye bir söz var. Babaannem bu satırda, “Adana’dan
çok sayıda bekar yaylaya doğru yürüdü” demek istiyor. İstiyor da, çok sayıda
bekarın yaylalara doğru sökün etmesinin buradaki olayla ne alakası var. Bu
yaşıma kadar bu satırdaki “bekar”
kelimesine bir türlü anlam verememiştim. Babaannem ağıttaki bu satırda bu kelimeyi neden kullanmıştı. Bekar; bizim
bildiğimiz anlamıyla, evli olmayan kişi, demekti. Oysa babam, öldüğünde
evliydi. Üstelik de yirmibeş günlük bir çocuğu vardı. Yıllar içinde buradaki bu
duruma bir anlam veremiyordum. Zira babaannemin deyişlerinden, sözlerinden
hiçbiri anlamsız değildi. Konuşmalarında söylediği sözler, yaktığı ağıtlardaki
dörtlükler, getirdiği tesellemelerdeki (teselleme: söz sırası geldikçe, konuya
uygun hikayeler) örnekler, çok derin anlamlar taşıyan, dil ve kültür deryası
kavramlardı. Böylesi bir halk kültürü ustasının, bir kelimeyi yersiz kullanması
düşünülemezdi.
Çözdüm… Nihayet
konuyu bir sohbette çözdüm. Babaannemin yaşadığı köyden yüzlerce kilometre
ötede, yine benzer kültür ögeleri taşıyan bir yörede, bir dost sohbetinde bu
durum aydınlandı. Kafamı yıllarca meşgul eden bu konunun, uzun yıllar benim
tarafımdan bilinememesi, yine benim eksikliğimden kaynaklanıyordu. Köyde,
halkın içinde, babaannemin dizi dibinde başladığım hayat yolculuğuna, çocukluk
yılarımın hemen arkasından, şehir hayatıyla devam etmem, şehirde okul hayatını
tamamlayınca, uzak diyarlarda görev yapmam, bu kavramın benim tarafımdan
öğrenilememesine sebep olmuştu. Yıllar içinde de kafamı kurcalamaya devam
etmişti.
Eskişehir’in Doğançayır
Köyünden olan dostum Muhsin Gökkütük'le yaptığım bir sohbet sırasında, konu köy
yaşantısına, iş, güç, çalışma, tarla tarımcılığı, hayvan yetiştiriciliğine
dönüştü. İşlerin yoğunlaştığı sıralarda yorulduklarından anlatarak, “eskiden
böyle zamanlarda bekar dutardık, şimdi bekar da kalmadı” dedi. Dondum kaldım…! İşte… dedim, tam da bu… Aradığım sorunun
cevabını buldum…
Bunu yüksek sesle söyleyince Muhsin Bey de
dikkat kesildi. Bir an durakaldı.
Sevgili kardeşim Muhsin Bey, şu “bekar dutmak” ne demek, bana
bir anlatırmısın dedim. Anlamlı anlamlı baktı bana… “Hocam, işte bekar dutmak,
bunun neyini anlatayım”, dedi. Yok dedim, Muhsin Beyciğim, bu konu benim için
önemli. Ben yıllardır kafamda bunu irdeliyorum. Bir türlü cevabını
bulamıyordum. Sen bunu bana uzun uzun anlat…
Sağolsun Muhsin Bey üşenmedi uzun uzun anlattı.
“ Hocam eskiden bizim
buralarda çift-çubuk sahibi olanlar, tarlası, işleri çok olanlar, işlerini
gördürmek üzere bekar dutarlardı. Yani başka yörelerden gelen insanlarla, kendi
işlerini yaptırmak üzere bir süreliğine anlaşırlardı. Bu işler o evin her işini
kapsardı. Tarlada çalışmak, hayvanları yemlemek, sulamak. Hayvanların
ahırlarını temizlemek. Gübreleri taşımak. Eve lazım olan şeyleri almak,
getirmek. Getir-götür işleri. Bahçelerin bakımı. Velhasıl bir evde yapılması
gereken her tür işi bu bekar dutulanlar yapardı. Bunların yatacağı yer, çift-çubuk sahibi tarafından gösterilir, yiyeceği, içeceği yine bu şahıslarca sağlanırdı.
İşin zamanı yoktu. Yirmidört saat ne iş varsa o yapılırdı. Günde birkaç saat
uykudan sonra her işe koşulurdu bu çalışanlar”, dedi.
“Ücreti de anlaşma süresinin sonunda topluca
verilirdi. Böylece, bekar dutulup çalışmış olanlar mevsim sonunda topluca belli
bir ücrete kavuşmuş olurdu. Bu ücretleri alan çalışanlar, memleketlerine
döndüklerinde ailelerinin çok ihtiyacını karşılamış olurlardı, şimdi böyle
insan bulunmuyor” , dedi.
Bakakaldım
gözlerine Muhsin Bey’in… Anladım ki babam, İç Anadolu'nun çaresiz yıllarında,
pek çok diğer köylüsü, arkadaşları gibi “bekar
dutulmuş”tu.
Ve bu çok
zeki insanın hayat hikayesi romanlara konu olacak kadar ilginçti. Yaşadığı köylerinde okul yoktu ama O buna rağmen, hem eski yazıyı, hem yeni yazıyı su
gibi okuyup yazmayı kendi başına öğrenmişti. Dedeleri 1865'lerde Islahat Fermanı ile zorla yerleşik
düzene geçirilmişti. Zor kış şartları içinde yaptıkları ve yıllarca aile fertlerinin
hepsinin birlikte yaşadığı evlik denen,
hayvanlar ve insanların aynı kapıdan girdiği, yaşam alanlarında yaşıyorlardı.
Bunun ilkelliğini anlamış bu yaşamı değiştirip köyünde ilk olarak iki oda bir
aralıktan oluşan ek bina yapmıştı. Onbeş haneli küçücük köyünde yaptığı bu ek binada bulunan odalarda köye
gelen tüm yabancıları ağırlamak mümkündü. Orta Anadolu’nun bir dağ köyünden, o
yılların yoksulluğu içinde herkes askere gitmeden ilçesine, iline gidemezken,
kendisi çocuk denecek yaşta ülkesini tanımak için İzmir'lere
gidip, oralarda hayatı tanımaya çalışmıştı. İzmir'den getirdiği boncukları,
takıları (şimdi bunlara bijuteri diyorlar) getirip yöre kızlarına satıyordu. Kendi
buluş teknikleriyle çiçeklerden damıtarak esans yapıp, camekanlı, ayaklı esans
sandığında, yine yöre kızlarına, gençlerine satıyordu. Günümüzün moda deyimi ile
parfümericiliği hiçbir yerden eğitim almadan, kendi düşünce ve buluşları ile
yapıyordu. Bu insan, ailesinin başına gelen bir felaket sonucu bekar dutulmak zorunda kalmıştı. Bekar
dutulmak esaret gibi bir şeydi aslında. Yirmidört saat birinin emrinde, onun
vereceği her işi yapmak…
Doğaldır ki
böylesi bir insan buna dayanamazdı. Ve dayanamadı. Arkasında yeni doğmuş yirmibeş
günlük bir çocuk, onaltı yaşında dul kalmış, dünyalar güzeli bir eş bırakarak
ondokuz yaşında, daha askerliğini yapamadan dünyayı terk etti.
Anladım ki
babam bekar dutulmuştu ve buna dayanamamıştı. Anladım ki yıllarca ahhh
dediğinde derinlerinden bir ahhh daha gelen babannemin yürek yangını bundandı.
Babaannemin
acılarını anlamakla birlikte, yukarıdaki dörtlükte ne demek istediğini ancak
elli yedi yıl sonra anlayabildim…
10.06.2012
Ramazan Işık
Emekli Öğretmen
Ankara
Merhabalar Sayın Hocam,
YanıtlaSilEpeydir yazmıyordunuz, ben de sizi takip listemden düşürmüştüm. Bugün tekrar sizi listeme alarak, blog sayfanızı ziyaret ettiğim de "Baççı"dan sonra iki blog yazdığınızı gördüm.
Demek sizin o taraflarda tarlaya, bağa, bahçeye çırak durmaya "Bekar Tutmak" deniyormuş. Biz de de "Çırak Durmak" denir.
Çok güzel ve keyifli bir paylaşımdı, tekrar blog sayfanıza hoş geldiniz der, selam ve saygılarımı sunarım.
Recep Beyciğim hoş geldiniz. Ben de yıllar sonra öğrendim. Öyleymiş.
YanıtlaSilYazmak çok güzel. Zaman bulabilirsek.
Sevgiler.
Merhabalar,
YanıtlaSilKur'an-ı Kerim bu gecede inmeye başladığı için bu gece, gecelerin en feyizlisidir ve bin aydan daha hayırlıdır.
Meleklerin ve Namus-u Ekber'in Allah'ın izniyle her türlü iş için yeryüzüne indiği Kadir Gecenizi kutlar, tüm insanlığın hayrına vesile olmasını dilerim.
Selam ve dualarımla birlikte en Güzel'e emanet olun efendim, muhabbetlerimle.