27 Mart 2010 Cumartesi

BLOGLARDA BİR KLASiK OLUŞUYOR (SANAL RÖPORTAJ)

Blogdaşım sevgili "SİYAH KELEBEK", blogunda röportajlar yapıyor. Blogların doğuşu, gelişmesi ve ileride bu günleri merak edecekler için, bir klasik niteliği taşıyacak bu çalışma, faydalı olacaktır diye düşünüyorum. Bunlardan yedincisini bendenizle yapıp yayınladı. O'nun izni ile, ben de burada yayınlıyorum. Umarım beğenirsiniz.





SANAL RÖPORTAJ DA 7. KONUĞUM SİZLERLE.
yazar SİYAH KELEBEK zaman: Cuma, Mart 26, 2010 Etiketler:
Bir Sanal Röportaj dan bu haftada hepinize merhabalar. Değerli blog yazarları ile söyleşilerimize devam ediyoruz. Benim açımdan herşey yolunda gidiyor. Röpotajlarımı katılımcılar sayesinde zamanında yayınlamanın mutluluğunu yaşıyorum.Bu hafta değerli bir Öğretmeni ve değerli bir büyüğü burada ağırlamaktan onur duyacağım. ''Hayata dair'' bloguyla Sayın Ramazan Işık Beyefendi bizlerle.


SYK Değerli Öğretmenim ve değerli büyüğüm öncelikle hoşgeldiniz. Şeref verdiniz. Davetimi kırmadığınız için çok teşekkür ederim. Öncelikle nasılsınız?


R.I:Blog Dünyasının, “Kanat sesleri ile biryerlerden bizlere seslenen”i,Sevgili Siyah Kelebek,hoş bulduk.O şeref bendenize ait.Sizin gibi bir insanın, nazik davetini, Kabul etmemek mümkün mü.Nasılsınız sorusuna, genellikle iyiyim demek adettendir.Ama ben bunu gerçekten gönülden söylüyorum.İyiyim,teşekkür ederim.


SYK: Sohbete başlamadan önce güzel bir motivasyıon oldu bu güzel cümleler Çok teşekkür ederim İyi olmanıza ayrıca çok sevindim Her daim iyi olunuz İnşallah.Sohbetimize başlarken. Bize, okuyuculara, sizi daha yakından tanımak isteyenlere biraz kendinizden bahseder misiniz?


R.I:Bana,”kendinizden bahsedermisiniz”,derseniz, yandınız.Zira anlatacaklarım ömrüme de sığmaz.Ama kısaca özetlemeye çalışayım.Aslında kendimi “Benim Darbelerim”adındaki yazımda, çok kısaca özetlemeye çalıştım.Eğer uygunsa,bu yazının buradan adresini de vermek isterim. http://rmazan.blogspot.com/2009_07_01_archive.htmlKış aylarını geçirmek ve ekmek parası kazanmak üzere,Çukurova’da bir köye çalışmaya gitmiş bir ailenin,huğ(sazdan,samandan ev) da dünyaya gelmiş bir üyesiyim.Ramazan ayında doğduğum için,babam adımı Ramazan koymuş,ama yirmibeş gün beraber yaşayabilmişiz.Bayramın ikinci günü, daha on dokuz yaşında vefaat etmiş.Böyle başlayan bir hayattan,bugün geride,mücadelelerle geçmiş,inişli-çıkışlı, orta yaşın üstüne geçmiş bir ömür,otuz yıllık eğitimcilik,emeklilik,emekli öğretmen bir eş,iki oğlan evladı,dünya tatlısı,güzeller güzeli bir gelin,veeee “hayatın anlamı”nı O’nun sayesinde yeniden keşfettiğim,şimdi ana sınıfı öğrencisi olan bir torun.Sevginin,varlığın temeli olduğuna inanıyorum.İnsanları seviyorum.Tüm canlıları seviyorum.En zor anlarımda bile,kimseye karşı en ufak bir kin gütmedim.Hayatta en sevmediğim şey riyadır.Hobilerim;sanatın her alanını ilgi ile izlerim.Sanat adına yapılmış,yazılmış,üretilmiş her şey değerlidir benim için.Kendimce alacağımı alırım.Beğenip beğenmemek diye birşey yoktur.Ağaç dikmek,fidan üretmek diğer hobilerim arasındadır.Onların büyümesi,üretmesi doyumsuz mutluluk veriyor bana.Fobim,yok gibi birşeydir.Var ise de,şu anda hatırlamıyorum.Çocuklar tutkumdur,o sebeple otuz yıl,mesleğimi severek yaptım.Şimdilik bu kadar yeter sanırım.


SYK: Kendinizi Çok güzel tanıttınız. Sizi tanımak beni bir kez daha mutlu etti.Ramazan Işık/Hayat'a Dair Blogunuzu elimden gelidiğinice takip ediyorum. Bize biraz da blogunuzu tanıtır mısınız? R.I:Aslında blog baştan kendini tanımlıyor.”Hayat bir karalama defteri gibidir,biz de biraz karalayıp gideceğiz.Bloga, “benim blogum”, demek yanlış olur diye düşünüyorum.Zira herkesten bir parça var orda.


SYK: Blog yazmaya ilk ne zaman başladınız? Blog yazmak sizin için ne ifade ediyor.?


R.I:Bendeniz, eskiden beri yazı yazmayı seven bir kişiyim.Yazılarımı,bilgisayarların olmadığı zamanlarda dosyalarda biriktiriyordum.Bilgisayarlar çıktıktan sonra,bilgisayarlarda yazmaya başladım,dosyalara.Bloglar çıktıktan sonar da, bloglarda yazmaya ve eski yazıları da paylaşmaya başladım.


SYK: Blog yazmanın ve paylaşmanın size ne gibi getirisi oldu? Blog yazdığınız ilk günü ve şimdiyi düşündüğünüzde kendinizde gördüğünüz önemli değişiklikler var mı?


R.I:Yaşanmışlıklar bizimle gitmemeli.Nasıl ki biz,dün yaşananları merak ediyorsak,bizden sonrakiler de,bugün yaşananları merak edecekler.Onların bu meraklarını gidermek adına girdim bu blog işine J. Bloglarda yazmak güzel bir aktivite.Blog paylaşımlarının bana kazandırdıklarına gelince;eğitimin, yaşamın her evresinde gerekli olduğunu düşünen birisi olarak,sürekli birşeyler öğrendiğime inanıyorum.Bedenen,ekonomik olarak,kafa olarak,ulaşamayacağım dünyaları,evimde,odamda,çalışma masamın üstünde izliyorum.Bundan güzel ne olabilir.Bir sürü dost edindim ayrıca.Bu kazanımı ise hiçbirşeyle ölçemem.


SYK: Gerçekten çok doğru bir tespit .Gerçek hayatta ulaşamadığımızı dünyalara kendi evimizde masa başında ulaşıyoruz. Gerçekten de müthiş güzel bir olanak bizler için. Blogunuzda bazen anılarınızı, bazen eğitsel yazılarınızı, bazen şiirlerinizi okuyoruz. Yazmak isteyipte yazamadığınız üzerinde çalıştığınız, bir yazı tarzı var mı?


R.I:Blogu kurarken bu konuyu düşündüm.Mevcut yazılardan hangisine dönük bir kurgulama olsun diye.Gördüm ki, başlık sayısı çok.Birkaç blog açsam,onun da takibi,düzenlemesi zor.Onun için ben de genel bir blog içinde çeşitlemeler yapıyorum.Tek düzelikten sıkılırım zaten.Hayatım da böyle geçti.Birkaç işi, aynı anda yapmak,hiç birini de aksatmadan bitirmek isterim.Yazmak istediğim farklı şeyler var,ama bunlardan bazıları sayıca daha küçük çevrelere sesleniyor ve kapsam olarak daha dar olabilir.Onun için, blogda daha genele hitap ettiğini düşündüklerime yer veriyorum.


SYK: Görsel ve basılı yayında, Takip ettiğiniz ve beğendiğiniz bir yazar var mı? bizimle paylaşırmısınız?


R.I:Görsel ve yazılı basını, günlük olarak takip etmeye çalışıyorum.Öteden beri, severek takip ettiğim yazarlar olmuştur.Bunlar,zaman içinde değişiklik te göstermiştir.Bu bakımdan,gerçekten “bir veya birkaç yazara angaje değilim”, desem meramımı anlatmış olurmuyum bilmem.


SYK: Anlıyorum.Siz en çok hangi tarz blogları takip ediyorsunuz?


R.I: Bloglar konusunda belli bir tarzım yok desem yeri.Eğitimci olarak,eğitim blogları önceliğim,bunların yanında,sanat,edebiyat,şiir ile ilgili blogları takip ediyorum.Ama örneğin, arıcılık çok merak ettiğim bir dünyadır.Ebru sanatı,tiyatro,müzik(özellikle otantik halk müziği)takip ettiğim bloglardır.Ayrımım yoktur.Seyahat örneğin,fotoğraf,ne bileyim,çok.Hangi birini sayayım ki…


SYK: Blog yazarlığı sizce bir meslek olabilir mi? Blog yazarlığında ilerleme artış hakkında neler söylemek istersiniz.? Mesela siz gerçek bir yazar olmayı ister miydiniz?


R.I:Blog yazarlığının bir meslek olacağını pek sanmıyorum.Ama bloglarda yazanlar içinden, yazarlar çıkabilir.Ama buna rağmen,geleceğin ne getireceği belli olmaz.Yeni bir gelişme,benim bu sözlerimi geçersiz kılabilir.Gerçek yazar kimdir;Aslında bazı şeyleri gözümüzde pek büyüttüğümüz oluyor.Örneğin,yazdığı yazılarla,bloglarda “gerçek yazar”, sandıklarımızdan çok daha güzellerini yazanlar var.Bu bağlamda, yazdıklarımızın “gerçek yazarlardan” pek de farklı olmadığını düşünüyorum.


SYK: Söylediklerinize tamamen katılıyorum. Hayat,bir karalama defteri gibidir,biz de biraz karalayıp gideceğiz.Blogunuza ilk geldiğim gün bu söz çok ilgimi çekmişti. Sizin yaşam boyunca kaç Hayat defteriniz oldu. Hayat defterinize karaladığınız ama bloga aktaramadığınız hikayeleriniz var mı? eğer var ise, bunları paylaşmayı düşünür müsünüz?


R.I:Bana göre, insanın bir hayat defteri olur.İkincisi mümkün değildir.Ama bu defterin sayfalarının ne kadarını diğer insanlara açar,okutur,paylaşır,işte bu belli olmaz.Bloga aktaramadığım sayfalar, elbette vardır.Her insanın paylaşamayacakları,özelleri vardır sanıyorum.Ama ben yeterince açık olduğumu,çok azı dışında,paylaşmayacağım pek birşey kalmadığını sanıyorum.


SYK: Blogunuza yeteri kadar vakit ayırıyor musunuz? Kendi özel hayatınızda Hobileriniz nelerdir?


R.I:Oldukça zaman ayırıyorum.Seyahat,bahçe işleri,torunumun eğitimi,ailem,günlük spor ve yürüyüşler dışında,konferanslar,sergiler,kitapcıları gezmek,hobilerim.Elbette yaz aylarında yüzmek.


SYK: Zamanınızı dolu dolu geçirmeniz çok güzel.Ramazan Işık'ın bundan sonra ki hayatında ,hayata geçirmeyi istediği hayalleri planları var mı? Paylaşır mısınız?


R.I:Hayallerimin, planlarımın bir kısmını gerçekleştirdim diyebilirim.Hayaller bitmez elbette,gün be gün gelişir ve yenilenir.Zaman da öyle gösteriyor.Torunumun iyi bir eğitim alıp,hayata atıldığını görmek en büyük hayalim elbette.(Hedefi uzak koyalım ki,geleceği garantiye alalım.Erken hedef koyarsak,çabuk gitmemiz gerekebilir.)


S:Y:K: Güzel bir söz Yeni bir şey daha öğrenmenin mutluluğunuz yaşıyorum.Blogunuzun yeterli okuyucu kitlesine ulaştığına inanıyor musunuz? Bloglarımızın daha fazla okunmasını sağlamak için neler yapmalıyız? Bir fikriniz var ise paylaşmak ister misiniz?


R.I:Blogda yazmaya başladığımda,beni çok kişi okuyacak diye bir düşüncem yoktuBenden sonrakilere,birşeyler bırakmak istedim.Bildiklerim torunlarıma kalsın istedim.Sonra dostluklar gelişmeye başlayınca,bu alanın da farklı bir dünya olduğunu keşfettim. Çok okunmak için kaygı duymamak gerektiğini düşünüyorum.Ticari bir kaygımız da olmadığına gore…Biz üretip bloga atalım,gerisi ilgilenen dostlara,okuyuculara ve gelecek kuşaklarda,araştırmacılara kalmış…


SYK: İleride başka bir blog açsanız konusu ne olurdu. Planlarınız arasında yeni bir blog var mı?


R.I:Şimdilik başka blog açmayı düşünmüyorum.Çok sayıda blog açmış arkadaşları takip etmekte zorlanıyorum.Onun için, tek blogda kalmaktan yanayım.


SYK: Efendim Sohbetimizin sonuna yaklaşırken, Biz blog yazarlara bir mesajınız olacak mı?


R.I:Sevgi ve dostluğun her yana hakim olmasını diliyorum.Güzel ülkemin geleceğinin aydınlık olmasını istiyorum.Blog yazarlarının bu dileklerimin gerçekleşmesinde büyük pay sahibi olabileceklerini söylüyorum.Onun için,var güçleri ile çalışsınlar,üretsinler.Özellikle, politikacılara meydanı bırakmasınlar.


SYK: Son olarak söyleşimiz hakkında da bir kaç söz alabilirmiyim sizden?


R.I:Sevgili Siyah Kelebek,öyle sevimli bir adınız var ki.Kelebekler,bildiğimiz gibi yeryüzünün süsüdür.Allah onları sanki yeryüzünü süslesinler diye yaratmış gibidir.Bence siz de blog dünyasının süsüsünüz.Bu süsün dili hiç susmasın,yuvasında sevdikleri ile mutlu uçsun uçsun uçsun.Biz de onun uçuşlarını, sevgiyle izleyelim.


SYK: Ne kadar sözler bunlar.Çok teşekkür ederim. İnşallah hepimizi mutlu olalım ve bu güzlliği paylaşalım.Efendim öncelikle konuğum olmayı kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederim. Değerli katılımınız beni fazlasıyla onore etti. Değerli cevaplarınızla ve değerli kişiliğinizle bloguma renk kattınız. Şeref verdiniz. Umarım size layık bir söyleşi olmuştur. Hayat boyu tüm sevdidklerinizle birlikte , sağlıklı uzun ve mutlu ömürler dilerim. Blog yaşamınızda da hep el ele gönül gönüle olmak dileğimle.Tekrar teşekkür ederim. Saygılarımı sunarım.



R.I: Asıl ben size teşekkür ederim.

Sevgili okurlar, Gördüğünüz gibi bu günde güzel bir söyleşiye imzamızı atmış bulunmaktayız.Bizi okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Gelecek hatfa Yine güzel bir söyleşiyle karşınızda olmayı diliyorum. Aranızdan saygıyla ayrılırken. Ramazan Işık'ın Güzel bir yazısı ile sizleri başbaşa bırakıyorum.Sevgi ve sağlıcakla kalın. :)


Röportaj: Siyah KelebekKonuk Ramazan Işık/ Hayata Dair.


MUTLULUK


Mutluluğu yakalamak öyle kolay değildir. Mücadele ister. Yılmadan bıkmadan mücadele. Bazen avuçlarının içinde zannedersin, ama kayıp gider. Kaygan bir zemindedir çünkü mutluluk. Mutluluğun dikenli bir gül olduğunu düşüneceksin. Çapalayacaksın, sulayacaksın. Otlarını ayıklayıp temizleyeceksin, ama dikenlerini koparmayacaksın. Çünkü dikenleri koparılmış gül yaşayamaz.

Zaman zaman eline alıp koklayacaksın. Dikenleri batacak bazen. Ama katlanacaksın. Arayacaksın uzun uzun. Öyle hemen alıp vermezler eline mutluluğu. Çok uzun zaman alır ona ulaşmak. Aylar, ayları kovalar, yıllar yılları. Ama bir gün bir bakmışsın karşında.

Bazen de karşına çıkar, farkına varamazsın. Farkına varmak için de bir çaba gerekir. Karamsarlık yok.


Ne demiş Cahit Sıtkı Tarancı;


Ne doğan güne hükmüm geçer,
Ne halden anlayan bulunur;
Ah aklımdan ölümüm geçer;
Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur.
Ve gönül Tanrısına der ki:
- Pervam yok verdiğin elemden;
Her mihnet kabulüm, yeter ki,
Gün eksilmesin penceremden!


Her elem , mihnet bizim için. Pervanız olmasın. Zaten doğan güne hükmümüz geçmez. Gelen günlerin bize ne getireceği bilinmez. Halden anlayan da pek bulunmaz. Ölüm ise gerçek. Ama bu hayat var ya…, hem kısa , hem tatlı. Bir o kadar da yaşamaya değer.

Sabah kalktığında temiz bir nefes almak, dünyaya değer.

Eğer bir de kendine umut kapısı aralayabiliyorsan değme keyfine. Bu da sadece senin elinde, hiçbir zaman bir başkası yapamaz.


Umut kapısı aralayabilmemiz dileklerimle.

Ramazan Işık
24.04.2008
Mersin

25 Mart 2010 Perşembe

LAF SIRASINI BULDU


...Anadolu'da, halk kültürü birikimleri çok fazla olan insanlar vardır. Bunlar, çevresinde yaşanan olayları iyi gözlerler. Hafızaları gelişmiş bir bilgisayar kadar güçlüdür. Bilgi biriktirmede üstlerine yoktur. Geçmiş yaşanmışlıkları , tarihçilere taş çıkartacak kadar, biriktirip anlatmalarıyla ünlüdürler.

...Bunlardan biri de, Babaannem di. Hayatımda önemli yeri vardır. İrticalen (doğaçlama) söylediği yüzlerce beyitlik ağıtlar, dün gibi kulaklarımdadır. Geçmişte yaşanmış tarihi olayları, bir kitaptan okur gibi anlatırdı. Kurduğu cümleler incelendiğinde, binlerce yıllık kültürümüzün ögelerini, içinde bulurdunuz.

...Okuma yazması yoktu. Ama, konuşmaya başladığında, kitap yazmış çok kişinin , O'nun yanında dilleri tutulurdu. Bir konuyu anlatmaya başladığı zaman, mutlaka içinde bir kaç örneklem ve "teselleme" dediği , çarpıcı, küçük hikayecikler olurdu.

...Karacaoğlan'ın, Dadaloğlu'nun ve diğer ozanlardan, yüzlerce , binlerce beyit destan, şiir, mani ,bilir; bunları yeri geldikçe, olaylar gerektirdikçe, "laf,sırasını buldu"kça, söylerdi.

...Kolay kolay konuşmaz, boş konuşmaları sevmez, konuşunca da, olayı yorumlarken kurduğu cümleler, deyim yerindeyse , cuk otururdu.

...Bazan, öyle cümleler kurardı ki, ağzım açık dinlerdim kendisini. Bu kadar ince ayrıntıları nasıl hatırlıyor, şu anda konuştuğumuz konuya nasıl bağlantı kuruyor diye şaşardım. Biz okuyup gördüklerimizi, yazıya geçiriyoruz. Bunları, bir süre sonra yeniden okuduğumuz halde, hatırlamakta güçlük çekiyoruz. O, nasıl oluyordu da, bu kadar fazla sayıda ki olayları, hikayeleri, ağıtları, deyişleri, unutmadan, uygun yerinde, tekrar söyleyebiliyordu.

...Bu durum, Türk Milleti'nin , "Sözlü, Halk Kültürü"nün, ne kadar gelişmiş olduğunun ve günümüze kadar geldiğinin bir küçük örneğidir.

...Halk Kültürünü yaşatan bu kaynaktan beslenen bazı yazarlar, sözel kültürümüzü kayda geçirmeyi başarmış, dolayısı ile de yaşamasına katkıda bulunmuşlardır. Halkımız da, bu tür yazarları severek okumaktadır.

...Dünyada, bizi biz olarak tanıtmanın yolu; kendi köklerimizden gelen, kültür ve bilgi birikiminin ürünü olan, bu dağarcıkların değerini bilip, tamamen yok olmadan kayda geçirip, yaşatmaktan geçiyor. Acele etmezsek, geç kalmış olacağız. Zira günümüzde bu tür kaynaklar azalmaktadır.

...Bendeniz, bu bakımdan kendimi çok suçlu buluyorum. Babaannemde bulunan bu zenginliği; zamanın imkansızlıkları, belki gençlikteki düşüncesizliğimiz, böylesi bir hazinenin farkında olamayışımız, bu kültür gözümüzün önünde kaybolurken, birşey yapmamış olmaktan üzüntü duymaktayım.

...Bu bilinç, daha bizde oluşmadan, babaannemi erken kaybetmiş olmamız da bir sebep, ama, sebep ne olursa olsun,kendimizle iç hesaplaşmamızda bu eksikliğimizi ap açık görüyoruz ki, her şeye rağmen bazı çalışmalar yapabilirdik.

..Bu düşünce ve vesilelerle, otuz yıl önce bu günlerde kaybettiğim Babaannemi, özlemle, sevgiyle, rahmetle anıyor, aziz hatırası önünde saygıyla eğiliyor, ruhuna Fatihalar gönderiyorum.



...Ramazan Işık
.



.




22 Mart 2010 Pazartesi

NELER ÇEKTİM BİR BİLSEN

foto:ahmet başer

...Genç öğretmen, binbir güçlükle, Atatürk Hava Limanı'nın kapısına ulaştı. Dış hatlar terminaline yöneldi, kalabalığa karışıp. Anadolu'nun bir ucundan, çok sayıda karmaşık işlemi çözerek gelebilmişti , buralara kadar.

..."İşlerin böylesine zor olduğunu bilseydim, yine de kalkışırmıydım bu yolculuğa, birkaç günlük bir görüşme için, değermiydi bunca sıkıntıya...", diye düşündü. Kendi kendine güldü... "Herhalde kalkışırdın deli..." , dedi içinden. "Dünyada, sevdiğine kavuşmak için, hangi zorluğa, kim katlanmaz ki..., sen de katlanacaksın elbet..."

..."Bunlar ne ki, geçmişte yaşadıklarını ne çabuk unuttun", dedi içinden. Sevdiği adama varabilmek için, ne badireler atlatmıştı. Bir şerit gibi gözünün önünden geçti, olanlar.

...Okuyup, öğretmen olmuş olmasına rağmen, sevdiği insanla evlenebilmek için direnmesi, büyük olaylara sebep olmuştu.

...Geçirdiği uykusuz geceler, sırtına yediği yumruklar, dışlanmalar, aile bireyleri ile sofraya oturamamalar. Bunların üstüne, sanki büyük suç işlemiş gibi; bir büyüğünün söylediği ağır bir söz vardı ki, hiç aklından çıkmıyordu. Aslında, bu aile büyüğü, eğitimli biriydi de. Nerede ne söyleyeceğini bilen biri olduğunu sanıyordu hep. Ayrıca, sayıp sevdiği akrabasıydı. O'nu özler, sever, bayramlarda, tatillerde görüşebilmek için can atardı. Böylesine sevdiği, çok yakın akrabasının bu acıtan sözünü, hiç beklemiyordu. Ailedekiler, okuldan bir arkadaş edinip, onunla evleniyor olmasını, bir türlü kabul edememişlerdi. Diğerleri gibi, bu aile büyüğü de, bu işe hiç olumlu bakmamıştı. Bu konu ile ilgili olarak, kendisini dinlemediği gibi, üstelik de nişanının yapıldığı gün; "münevver insan böyle mi yapar", deyivermişti, kapı aralığında. Kendi kendini yiyordu ama, yapacak birşey yoktu. Katlanacaktı çaresiz. "Sevmek kolay mı", demişti o zaman, kendi kendine. Aslında, "münevver insan, tam da böyle yapar, kendi hayat arkadaşını kendisi seçer. Başkalarının seçtiği insanla mı evlenecektim yani", diye düşünüyordu. Ama bunu dillendirmek, konuşmak ne mümkün. Yutkunup içine atıyor, sabrediyordu.

...Bunlar ve buna benzer yaşadığı nice olaylar, gözünün önünden geçti. "Onların yanında, bu işlemlerin zorluğu da ne ki", dedi içinden. Böyle düşündüğü için de, kendine kızdı. "Şurada dört beş saat yolculuktan sonra, sevdiceğinin yanında olacaksın, senin de düşündüklerine bak...", dedi.

...Valizlerini teslim etti. Pasaport kontrolü yaptırdıktan sonra, bekleme salonuna geçti. Bugün ilkler günüydü. İlk defa yurt dışına çıkacaktı. İlk defa uçağa binecekti. İlk defa, ayrı kaldığı sevdiğine kavuşacaktı. İlk defa... ilk.. ilk...

..."Ya bir aksilik olursa... Birine sorsam mı...! ", dedi kendince. Kime sorsam ki... !

...Salona göz gezdirdi. Hemen hemen, çoğunluğunu yurt dışında çalışan işçilerin oluşturduğu bir kalabalıktı, içerdekiler. Gözüne, kendi yaşlarında olduğunu tahmin ettiği, gençten bir bayanı kestirdi. Yanına yaklaştı.

..."Merhaba", dedi.

...Bayan gülümsedi. Her halinden, ilkleri yaşadığını anladığı, bu ürkek yolcuya doğru geldi.

..."Frankfurt galiba...", dedi.

...Bizimki sevinçten uçacaktı, ama belli etmemeye çalıştı. "Evet, ilk defa gidiyorum da... Hem tanışmak, hem de birşeyler sormak istemiştim", dedi.

...Yolcu, konuşkan biriydi. "Ben de Frankfurt'a gidiyorum, beraber otururuz", dedi. Hemen sohbete başladılar. Öyle ki, kısa zaman sonra, sanki önceden tanışıyorlarmış gibi, özel hayatlarının detaylarına kadar anlattılar, birbirlerine. Bu arada, zaman ilerliyordu. Anonslar, yolculuk vaktinin geldiğini bildiriyordu.

...Görevliler, "Frankfurt yolcuları, buradan", diyerek yol gösterdiler. Arkadaş olduğu bayanla birlikte, uçağa çıktılar. Yan yana koltuklara oturdular. Kalbi küt küt atıyor, sevinçle karışık bir heyecan, her yanını sarıyordu. Yolcular yerleştikten sonra, uçakta iç anonslar başladı. Bir hostes, hem Türkçe, hem İngilizce olarak, yolculukta uyulması gereken kuralları anlattı. Kemerlerin bağlanışını, oksijen maskelerini gösterdi. İşlemler bittikten sonra, uçağın kalkışı başladı. Bu da ayrı bir heyecandı. Yol arkadaşı, genç öğretmeni , manzarayı görebilsin diye, pencere tarafına oturttu.

...Pilot, anlaşılan işini iyi biliyordu. Yolculara, İstanbul'un manzarasını seyrettirmek için, Boğaz'a doğru süzüldü. İstanbul üstünde turlarken, gidişte sağa yatık vaziyette, sağ tarafta oturan yolculara, gelişte sola yatık vaziyette, solda oturan yolculara, bu eşsiz güzelliği seyrettirdi.

...Uçak yola koyuldu. Bizimkiler de sohbete yeniden döndüler. Genç yolcu bayan,yol arkadaşı öğretmene, "pasaportunuza bakabilirmiyim", dedi. Pasaportu eline aldı, inceledi. Birden yüzü asıldı.

..."Ne oldu", dedi bizimki.

..."Bu pasaportta vize yok...!", dedi yolcu. "Sizi, gerisin geri gönderirler, hava alanından içeri almazlar", dedi.

...Genç öğretmen, bir anda titredi. "Nasıl olur...!, eşim, pasaportu al, uçağa bin gel, dedi. Ona göre, ben de yola çıktım...???", dedi.

...Yan taraftaki bayan yolculardan, kulak kabartanlar oldu. Durumu kavrayanlardan biri, "tüh, geçenlerde, bir tanıdığın eşi de böyle olmuştu, aynı uçakla, geri yolladılar", dedi.

...Şaşkınlık ve endişe bir kat daha arttı, bizimkinde. Yüzü sarardı, elleri titremeye başladı.

...Bunca yolu koşup gelip, dön geri mi olacaktı şimdi.

...Şu anda yapacak birşey yoktu. Artık havadaydılar. Ne olacaksa olacaktı.

..."Sağlık olsun, canını sıkma, yine gelirsin, olur böyle şeyler", gibi teselli edici sözler, gırla gidiyordu. Bunların hiç birini duymak istemiyordu. Kulaklarındaki çınlamadan, duymuyordu da zaten.

...Boynunu büktü, daldı...

...Yol arkadaşı, konuyu değiştirip, başka şeylerden konuşmak istiyordu. Belli ki, O'nu bu durumdan uzaklaştırmaya çalışıyordu. Nerelisiniz, nerde çalışıyorsunuz, çocuklar, falan diye, değişik sorularla, kafasını dağıttı.

...Konu, dönüp dolaşıp, evliliklere , hayat mücadelesine geldi. Bizimki de, sıkıntıyı atmak için, geçmiş yaşadıklarından anlatmaya başladı. Dağ köylerinde, elektriksiz, yolsuz, hatta susuz nasıl çalıştıklarını. Romalılardan kalma, sarnıç kuyuları, yağmur sularıyla doldurup, yıllanmış suları nasıl içtiklerini. Evlenirken, nasıl boyunlarına kadar borçla hayata başladıklarını, zaman içinde eşyalarını alırken, ne kadar zorlandıklarını anlattı.

...Yol arkadaşı dikkat kesilmişti. Ağzı açık kaldı, duyduklarından. Hayret ve hayranlık sözlerini bir biri ardından sıraladı. "Ne kadar güzel, ne kadar anlamlı, sizin bu yaşadıklarınız. Roman gibi. Ben de yaşamak isterdim, hayatımı, ben de kendim kazanıp, eşyalarımı kendim almak isterdim. Her aldığım eşyanın kıymetli olmasını isterdim. Oysa bizim hayatımızın hiç anlamı yok", dedi.
Ve devam etti; "Her şeyi hazır bulduk biz. İki varlıklı aile, bir araya geldi, bizim adımıza karar verip, bizi evlendirdiler. Ev aldılar, içini de, düğünden önce, her türlü eşya ile doldurdular. Biz, eve girdiğimiz zaman , hiçbir eksiğimiz yoktu. Ama hayatın da bir anlamı yoktu. Keşke sizin gibi, sevdiğimi eş olarak seçebilseydim, eşyalarımı zorluk çekerek alsaydım. Onun sevincini yaşasaydım. Sizin yaşamınıza imrendim", diye feryat ediyordu.

...Genç öğretmenin şaşkınlığı arttıkça artıyordu. Kendisi, bu çektiklerinin altında ezildiğini düşünürken, yol arkadaşı, bunların aslında ne büyük kazanımlar olduğunu anlatıyordu. Gerçek, O da bunların ne kadar değerli olduklarının bilincindeydi. Öğrencilerine, hayat mücadelesinin değerini her zaman anlatırdı, ama bazan, bu yaşadıklarından yakınmadan da edemiyordu işte.

...Pasaport düşüncesi biraz dağılmıştı ki, yeni bir anons, yüreğini hoplatmaya yetti. Frankfurt hava sahasına girdikleri duyuruluyordu.

...Kaygıyla karışık bir sessizlik çöktü, bayan yolcular arasında. Herkes genç öğretmene acıyan gözlerle bakıyor, üzülüyor, ama ellerinden birşey gelmediği için, birbirlerine boyunlarını büküp, el açıyorlardı, göstermeden.

...Uçak yere indi. Hep birlikte terminal binasına geçtiler. Bantlardan valizler alındı, pasaport memurunun önünde, sıraya girdiler. Kendisinden öncekiler, birer birer pasaportlarını verip, damgalatıp geçiyordu. Yol arkadaşı, önüne düştü. Sanki, "benim gibi yap", der gibi bir havası vardı. O, pasaportunu memura verdi. Memur dikkatle inceledi. Evirdi çevirdi, sayfalarını karıştırdı. Almanca sorular sordu. Aldığı cevaplara göre, yüzü şekilden şekile girdi. Sanki biraz zorla, tasdik edip pasaportunu verdi. O, valizini alıp, içeri geçti.

...Genç öğretmen, sıra kendine gelince, gri renkli pasaportunu memura uzattı. Memur bir pasaporttaki fotoğrafa, bir de genç bayan öğretmene bakıp, "Willkommen"(hoş geldiniz)dedi, gülerek. Pasaportunu veriverdi eline.

...Biraz önce , heyecandan dizleri titreyen, meraktan kalbi dışarı fırlayacak gibi olan bayanın yerine, dizlerinin bağı çözülmüş, sevinç ve heyecandan gözlerinden yaş boşanmış birisi vardı artık şimdi.

...Valizini kaptığı gibi, koridora doğru hızla yürümeye başladı. Beraber geldikleri işçiler şaşkın, bakıyorlardı. Çok hoşlarına gitmişti bu durum. Koridora geçtiklerinde, başında toplanıp, hep birlikte alkışlamaya başladılar, sevinçlerinden. Onlar da, bu heyecan dolu yolculuğa, her yönü ile ortak olmuş, üzüntüyü paylaşmışlardı. Şimdi bu sonuçtaki sevinci de paylaşmak, haklarıydı.

...Kapıdan çıkar çıkmaz, sevdiği adamı gördüğünde, bütün sıkıntılarını unutup, boynuna atladı. Sıkıca sarıldıktan sonra, bir iki küçük yumruk atmadan duramadı, hayat arkadaşının göğsüne. Gözyaşlarını koyverip, "neler çektim,bir bilsen", diyebildi sadece. Onu da galiba, ancak kendisi ve eşi duyabildiler.

...İki cümle ile soruverdi, bu pasaport ve vize olayını. Eşi, "kaç kere söyledim hayatım, bu gri pasaport, görev pasaportudur, buna vize yok, korkma, çekinme, atla gel, demedim mi", dedi...

..."Ne bileyim ben, gene de korktum işte anlatılanlardan, kavuşamayacağımdan, öldüm öldüm dirildim...", dedi bayan, koluna, hiç bırakmamacasına sarıldığı eşine.



...Ramazan Işık

...

19 Mart 2010 Cuma

AĞITLAR(halk kültürü derlemesi)


Ağıtlar;sözlü halk edebiyatımızın ve halk kültürümüzün temellerini oluşturan kaynaklardan biridir.Halkımız,yaşadığı olayları,o andaki duygularını,ağıtlarda seslendirmiştir.

Halkın yaşama biçimini,yaşadığı coğrafyanın özelliklerini,kullandığı dili,sözcükleri,deyimleri, tarihi olayları ve bunlar dışında pek çok özelliği,ağıtlar sayesinde öğreniyoruz.

Bunlardan birini aşağıda yayınlamak istiyorum.

ÖMER BEY'İN AĞIDI

Kuru çayın seli söker.
O da boz bulanık akar.
Burda kalma Omar oğlum
Gözlerine mucuk çöker.

Benim oğlum okur yazar
Sitti bazarın gezer.
Adana’da güleş dutmuş.
Sölemişler damiş nazar.

video:ramazan ışık

Şıvara oldum şıvara.
İçmezken içtim cuvara.
Omar beam öleriken,
Elini verdi duvara.

Gamıyona biniciyim.
Gayseriye eniciyim.
Öldüğümü aramıyom.
Nişanlımı görücüyüm.

Bizim yayla ne hoş olur.
Sarı sümbül nergizinen.
Ben öldüğüme yanmıyom.
Anam galdı bir gızınan.

Obrukdan, Dede Belinden.
Bir gan aldırdım golumdan.
Hasan,Memmet olsayıdı
Onlarda dutar salımdan.

Taf köyüde,aplak taplak.
Gaş gara da,gözler aplak.
Ben öpmeye doyamadım,
Gönendinmi gara toprak.


Kayseri-Dadaloğlu kasabasından olup,Adana-Kadirli-Kızılömerli Köyünde ölen,Ömer Bey’e,babasının yaktığı ağıt.

Söyleyen-Mustafa Önder


NOT: Kelimeler söyleniş biçimi ve yöre ağzı ile yazılmıştır.

17 Mart 2010 Çarşamba

GÖZLER VE SÖZLER

.

Beni yakan iki şey,

İki göz,bir söz...

Sevdayla çakan iki şey,

İki göz,bir söz...



Sebep ararsan kahrıma,

İki göz,bir söz...

Çare ararsan şahsıma,

İki göz,bir söz...



Ramazan Işık

.

15 Mart 2010 Pazartesi

NİNEYE HER YER TEŞT

.

Bir fıkra...

...Bu gün,çok sevdiğim bir arkadaşımdan dinlediğim,bir fıkrayı aktarmak istiyorum;


...Olay,güzel Anadolumuzun bir köyünde geçer.

...Yaşlı teyzenin yeni yetme torunları vardır.Bir gün,tenha bir yerde,üstlerine gelir.Birşeyler içtiklerini görür.Merak eder,"ne içiyorsunuz burda,çocuklar",der.Gençler ne diyeceklerini şaşırırlar,bir anda .

...Zorunlu olarak cevap verirler;
"Nine,bu içtiğimiz ilaçtır,her derde devadır,hastalıklara iyi gelir",derler.


...Yaşlı kadıncağızın aklına,sızıları gelir. "Oğulcuklar,benim bir sürü sızılarım var,bana da verin bu ilaçtan,şu sızılarımdan kurtulayım",der.Gençler birbirinin gözüne bakar.Kadıncağız;"ne bakıyorsunuz,bir ilacı benden mi sakınıyorsunuz",der.


...Gençler çaresiz,"ne demek nine,helal olsun,buyur",derler.İçtiklerinden verirler.Nine şişeyi olduğu gibi kafaya diker,dertlerden kurtulmak için.


...Birkaç saat sonra,yaşlı teyzenin,ekmek yapmak için un elemesi gerekir.Ortaya savanı serer,teşt'i,eleği,unu getirir.Un elemeye başlar.Ama elek bir türlü teştin içini tutmaz.Un her tarafa yayılmaktadır.Odanın içi,un değirmenine dönmüştür.


...Gençler;"Nine,ne yapıyorsun,un her tarafa yayıldı,neden teşt'in içine elemiyorsun unu",derler.

...Kadıncağız başını kaldırır,"oğlum,nine'ye her yer teşt oldu",der.

Günümüzde,nineye her yer teşt.



...Ramazan Işık





...teşt:bakır leğen.

14 Mart 2010 Pazar

KESİLMİŞ AĞAÇ

fotoğraflar:ramazan ışık Bu fotoğraf,bir ilçemiz belediyesinin,ana caddeye bakan duvarlarda yaptığı ,çevre düzenlemesi görüntüsüdür.


Bu belediyemiz, güzellik olsun diye,böylesine bir çevre düzenlemesi yapmış.

Gelip geçenler,bu durumdan çok memnun.






Ayrıca,bu düzenlemelerin bazı bölümlerinde, banklar da var.Bankların üstünde belediyenin adı yazdığı için ve belediyemizin adını deşifre etmemek adına,buraya onların fotoğrafını koymadım.








Bu düzenlemelere, "bir eğitimci gözüyle bakarken" ,içim acıdı.Bu düzenlemelerde,"kesilmiş ağaç motifi"yerine, "dikilmiş ağaç"figürü,veya daha başka figürlerin konması daha uygun olmazmıydı.

Sanatın bu alanı ile ilgilenen blogdaşlarıma sormak istiyorum,yanılıyormuyum.








İşin en ilginç yanı,bu düzenlemenin,içinde yüzlerce öğrencinin okuduğu, bir İlköğretim Okulu'nun duvarına yapılmış olmasydı.Öğrenciler derse giriş ve çıkış saatlerinde, bu "kesilmiş"görünümlü ağaç motiflerinin önünden gidip geliyorlar.Bu ağaçların, iç acıtan bir durumu da,,Anadolu'da, çok yaşlı, "ULU AĞAÇ"dedikleri ağaçlara benzer görünümlü olmalarıydı.





Her vatandaşın yapması gerektiği gibi,ben de dileğimi,ilgili belediye başkanına, e-mail yolu ile bildirdim;
Belediye başkanı gönderdiği cevap mailinde;
Sayın Ramazan IŞIK; talebinizi değerlendireceğiz.
. ..................Belediye Başkanı

diyordu.

Durumun takipçisi olmak istiyorum.Umarım düzeltilir.
Ramazan Işık



13 Mart 2010 Cumartesi

YAZIYA VURDUM KENDİMİ

.
.
.
YAZIYA VURDUM KENDİMİ


Bir hayalin peşinden koştum.

İnanamadım bu olanlara.

Toprak bile tutamadı ,

Kaçtım.

Kendimi yazıya vurdum.


Çadır bile yoktu,


Yazıda yaşadım.



Ramazan Işık

.

yazı:düz arazi

12 Mart 2010 Cuma

HÜSNÜ TABİAT LOKANTASI

foto:ramazan ışık

HÜSNÜ TABİAT LOKANTASI

(Yaşanmış, bitmez - tükenmez çocukluk ve gençlik hikayeleri)

... Ağlamak ne kelime, daha başka bir kavram bulmak lazım, bu duyguyu ifade etmek için.
...
On bir, on iki yaşlarındaki, ortaokul öğrencisi çocuk, bulaşıkçı olarak çalıştığı, şehrin merkezi yerlerinden birinde bulunan,beş, altı masalı, Hüsnü Tabiat Lokantası'nın kapısından giren müşteriye dikkatle baktı. Gözleri ışıldadı. Birkaç adım öne doğru ilerledi. Gelen adama,kendisini göstermeye çalıştı. Müşteri, ilgisiz, öylesine masalara baktı. Boş bir masa bulup oturdu. Demin, önüne doğru gelip, kendisini göstermeye çalışan bulaşıkcı çocuğu garson sanıp, yemekleri sordu. Çocuk, kelimeler boğazında düğümlenerek saydı yemekleri.

... Adam, çocuğun isimlerini saydığı yemekler arasından, iki porsiyon yemek istedi. Çocuk şaşkın, mutfağa koştu. Boğazında düğümlenen hıçkırıkları ustasına belli etmemeye çalışarak, yemekleri söyledi. Usta, yemekleri hazırlayıp tezgaha koydu. Çocuk, elleri titreyerek ,tepsideki yemekleri müşteriye servis yapıp döndü. Bodrum katındaki bulaşık tezgahının başına inip, yüksek sesle, hıçkırıklarını koyverdi...

... Hıçkırıklarına nasıl engel olsun du ki. Az önce yemek servisi yaptığı müşteri, öz be öz dedesiydi, annesinin babası yani. Dedesi O'nu tanımamıştı. Kendisi de cesaret edip, "dede,ben senin torunun'um", diyememişti.

... Dedesinden bekledi ki; yanına çağırsın, okşasın, sevsin, hatırını sorsun. Okulunu,derslerini, notlarını öğrensin. Aldığı takdirnameyi görmek istediğini söylesin. Yaşadığı ortamı görsün. İşten sonra, beraber biryerlerde çay içsinler...

... Ama, dedesi O'nu tanımadı işte. Çocukça bir gururla, O da dedesine gidip sarılamadı. Zaten bu güne kadar da hiç sarılmamışlardı ya...

... İlerleyen zamanlarda, dedesi ile karşılaşmalarında da, bu yaşadıklarını hiç anlatmadı, anlatamadı O'na. Hoş anlatsa da, nasıl karşılanacağını bilmiyordu ki...

... Aradığı sevgiydi, sadece sevgi ve bir okşama.

... Çocuğun, büyüyüp, koca bir adam olduktan yıllar, yıllar sonra, paylaşım sitelerinde, O kendisini tanımayan dedesi adına grup kurup, paylaşıma açması ise, buruk bir özlemin ifadesinden başka birşey değildi.


... Ramazan Işık




10 Mart 2010 Çarşamba

PENCEREMİZ (köy öğretmenliği anıları)

foto:ramazan ışık

.
PENCEREMİZ

... Öğretmenlik mesleğine başladığımın ilk yıllarıydı.Köy öğretmeni olarak,güzel Anadolumuzun dağ köylerinden birinde çalışıyordum.O zaman köylerde elektrik,telefon,ulaşım yoktu.Köye gelenler,şehre dönmek için,en azından o geceyi orada geçirmek zorundaydılar.

Müfettişler de,eğitimin içinde bir olgudur.Gelip görevlerini yapıp gidecekler.Ama köye geldiklerinde,o gün geri dönme şansları yoktu.Nerede bir yatacak yer bulurlarsa,orada kalıyorlardı.


... İleri yaşlarda bir müfettiş,teftiş için çalıştığımız köye geldi.Rutin teftiş işlemlerini tamamladı.Mesai bitti,akşam oldu.

...Bizim aldığımız kültürde,atalardan gördüğüm üzere,"tanrı misafiri,sokakta bırakılmaz".

...Okulun lojmanında oturuyorum,o zaman.Ben de haliyle evimize davet ettim misafirimizi.O günün şartlarında ne varsa,soframızda paylaştık.Bu dağ başında görev yaparken,eğitimli biri ile beraber olmayı özlemişimdir,ayrıca.En azından her gün,köylülerle konuştuğunuz çift,çubuk,davar,sığır dışında,sanattan,edebiyattan,politikadan konuşacak birşeyler bulabiliyorsunuz.Bu köyde iki odalı lojman bulmak da büyük bir lükstü bizim için.

...Akşam sohbetten sonra,oturma odasındaki demir ayaklı somyaya yatağını yapıp,iyi geceler dileyip ayrıldım yanından.

...Çok gençtim,yirmili yaşların başındayım.Mahcup olmak istemiyorum.Yatak da pek rahat değildir diye düşünüyorum.Olmuşu bir yaylı somya.

...Sabah oldu.Kahvaltıyı hazırladık,okul vakti de yaklaşıyor.Kapısını çalıp,odaya girdim.Müfettiş, pencereden dışarıya,donmuş bir halde bakıyor,hareketsiz.
"Günaydın hocam ",dedim.Pencereden dışarıya bakışını bozmadan,"günaydın",dedi."Allah Allah...,bir gariplik var ya hayırlısı", dedim içimden.

..."Hocam,yatağınız pek rahat olmadı ama,işte... şartlar böyle maalesef",dedim.

...Ani bir hareketle döndü,yüzüme uzun uzun baktı...Alnındaki kırışıklıklar,hayatın sillesini yemiş bir adam görüntüsü veriyordu.Omuzları,yılların verdiği yükle çökmüştü.Ama belli ki,eski eğitimcilerde bulunan,ölene kadar çalışma azmi,O'nu terketmemişti.

..."Sevgili arkadaşım", diye söze başladı.Bu yaştaki bir insan için,aradaki bunca yaş farkına rağmen böyle söze başlaması,o gün için bana ilginç gelmişti."Bu garip var ya",dedi,eliyle göğsüne vurarak,"dün gece nerede yattı biliyormusun".

..."Hayırdır hocam,nerede yattınız"dedim.

..."Evlat",dedi,şefkatli bir baba gibi;

..."Dün,Seyranlık Köyüne teftişe gittim.Tek öğretmenli bir okul orası.Eflatun arkadaşınız o köyün öğretmenidir,biliyorsun.Kendisi müdür odasını lojman gibi de kullanıyor.Bir köşesine yatağını atmış.Odanın köşesine bir küçük tüp ve bir öğrenci sırasından mutfak yapmış.Akşam oldu,kalacak yer yok.Arkadaşımız mahcup oluyor."Hocam benim yatağımda siz yatın"diyor.Baktım,"olmaz Eflatun Bey,battaniyen var mı ,dedim.Alıp battaniyeyi,öğrencilerin okuduğu sınıfa gittim,iki sırayı birleştirdim,üstünde yattım,hava da soğuktu.Bayağı bir de üşüdüm.Böbreklerimi üşütmüş olmaktan korkuyorum.Şimdi,dün böylesine bir gece geçirdikten sonra,bugün,Hiltonda yatmış gibiyim.Senin pencerenden gördüklerime gelince;karşımda masmavi bir deniz,kıyıya vuran dalgalar,bir balıkcı oltasını atmış,balık avlıyor.Bir yolcu vapuru kıyıya yanaşıyor.İçinden kimler çıkacak diye merak ediyorum.Gördüklerim bunlar", dedi.


...Her gün baktığım pencereye baktım,kuru bir köy manzarasıydı.Müfettiş,o kuru köy manzarasından,hayallerini aktarmıştı bana.Bu kadar ileri yaşına rağmen hayal kurmaktan,geleceğe doğru bakmaktan geri durmuyordu.


...Herkesin bakmadığı yön,kendi penceremizdir.Herkesin penceresinin manzarası farklıdır.Öyle ki,aynı evdeki odaların pencerelerinin bile manzarası farklıdır.Hatta aynı pencereden bakarken,hafif yön değiştirirseniz,manzara yine değişir.O halde,herkes baktığı yerden farklı manzara görür.Gördüğümüz manzaranın algılaması da farklı farklıdır.


...En önemlisi ise,gördüğümüzü doğru algılayıp,anlayabiliyormuyuz.


...Ramazan Işık
.

6 Mart 2010 Cumartesi

PEHLİVAN TEFRİKASI


Küçük bir çocuktum.Ortaokul bir,yada ikinci sınıftayım.Yaz tatilinde bir lokantada çalışıyordum.Bu mekanın bende anıları çoktur.Bu lokantada yaşadıklarımın,ilerdeki birkaç yazıma konu olacağını sanıyorum.

Bugün birini paylaşayım.

Şehrin merkezi bir yerindeydi bu lokanta.Sahibi amca,yaşca benim dedem olacak çağdaydı.Sakallı,sevimli bir dedeydi.Bir oğlu aşçılık,biri de kebapçılık yapıyordu lokantada.Küçük oğlu da garsonluk.Tam bir aile lokantasıydı.Patron Dede beni korur,kollar,"her tatilde gel oğul,üçbeş kuruş harçlığını çıkarırsın,üç öğün yemeğini de buradan yersin,aldığın ücretle de kitaplarını alırsın", diye öğüt verirdi.Ben de,O'nun öğütlerini dinlerdim.

Lokantanın,benim yaşıma uygun,her işini yapıyordum.

Bunların başında bulaşıkçılık,komilik,temizlik işleri,getir götür işleri,çay dağıtma,pastahaneden gelecek tatlıları getirme,fırına gidecek güveçleri götürme,getirme gibi.

Ramazan ekmek bitmiş koş.
Ramazan cadde kapısının yanındaki sebil'in içine buz konacak,buzcudan buz getir,sebile koy.O zamanlar şimdiki gibi elektrikli soğutucular yok tabii.Buna benzer ne iş varsa...

Patron dede çok tatlıydı.Benim okumaya karşı hevesli oluşumun,bana karşı,Onda ayrı bir sevgi oluşturduğunun farkındaydım.

Bütün bu işler ve koşturmalar arasında,bir görevim daha vardı.Patron Dede'ye pehlivan tefrikası okumak.Öyle ki,bu iş,asli işlerimin önüne geçiyordu bazan.Çünki;bilenler bilir,eskiden bazı gazetelerde,"pehlivan tefrikası" yayınlanırdı.Bu yazılar seri yazılardı.Bir pehlivanın hayat hikayesi ve yaptığı güreşler,arkası yarın yazıları şeklinde,günlük olarak yayınlanırdı.

Bu yazıları takip eden,ileri yaşlardaki insanlar,günümüzdeki televizyonlarda dizi takip eden insanlar gibi,yarını zor ederlerdi.Pehlivan tefrikasını yazanlar,öyle bir kurmaca yaparlardı ki,güreşin en heyecanlı yerinde,devamı yarın diye yazıyı keserlerdi.Takipçiler de ertesi günü zor ederdi.

İşte benim en önemli işlerimden biri de,o günkü gazeteyi alıp,gözleri az gören,Patron Dede'ye bu pehliven tefrikalarını okumaktı.Patron Dede bu yazıları o kadar ilgi ile takip ederdi ki,bazı günler;"oğul,dün gece gözüme uyku girmedi,bu gün bizim pelvan ne yapacak acaba,çok meraktayım yahu,al getir bakalım şu bizim gazeteyi de,merakımız gitsin"derdi.Ben de gazete bayiine koşar,gazeteyi alır gelir,daha başlıklarına,haberlere bakmadan,tefrikayı okurdum.Ama tefrika da merak bir türlü bitmezdi.Zira o günkü yazının sonunda da,bizim pehlivan tam yenecekken,rakip pehlivan,ters dönüp boyunduruktan kurtulurdu.Böylece yazılar haftalar,hatta aylar boyu sürüp giderdi.Bizim Patron Dedenin merakı da tabii...

Bu okuma işinden çok mutluluk duyardım.Öyle ya,Patron Dede'nin koltuğundayım bir,yazı okuyorum iki , ve ayakta koşturup yorulmuyorum üç.

Bu okuma saatlerinde benden mutlu kim olabilirdi ki.Bugün bir kitap okurken duyduğum mutluluk gibi.

Ramazan Işık

(Değerli blogdaşım Çınar'ın,"Mazide Gezinti"adıyla yayınladığı seri yazılarından ilhamla.)


3 Mart 2010 Çarşamba

BEKLEME BENDEN GÜLÜM


BEKLEME BENDEN GÜLÜM

Gülüm; ne olur, bekleme benden,
Senin için de olsa,
Yüreğimden çay süzemem ben.

Göğün göğsüne, rüzgarlar da ekemem.

Hele, Güneş'te çay demlemek !
Ne haddime Gülüm.

Olsa olsa, yere düşmüş,
Kanadı kırık bir güvercine,
Merhem olurum.

Güneş toplamak sa,
Büyük ustaların işi,

Benden bekleme Gülüm.

Ramazan Işık
.

2 Mart 2010 Salı

BLOGLAR NEREYE KOŞUYOR

Bloglarda paylaşımlar başladığında;"bloglar,basını ve yaşamın çok alanını yönlendirecek"diye düşünmüştüm.Bunların işaretleri belirdi.Bir sürü blog yazarı, basında görülmeye başladı.

Bir şekilde blogları izleyen basın mensupları,buralardaki "hayata dair" konuları köşelerine aktarıyorlar.Çok ta güzel oluyor.Böylece,yapay gündem maddeleri tartışılacağına, halkın gerçek gündemi orta yere çıkıyor ve bu konular üzerinde sesli düşünülüyor.

Bunlar daha ilk göstergeler.Gelecekte göreceğiz ki,yazılı ve görsel basının büyük gündem maddelerini,bloglardan çıkacak yazılar oluşturacak.Çünki ,gerçek düşünce sahipleri burada.Oradakiler yapay ve kurmaca.Bloglardakiler ise gerçekçi ve doğal.

Blogların en birleştirici özelliği,hem görsellik,hem içerik.Bloglarda yaşamın her alanından görseller boy gösteriyor.İçerik zenginliği ise, elle tutulur biçimde ortada.


Blogların alanları sınırsız.Aradığınız her konuda,düşüncesini,hobilerini paylaşıyor insanlar.


Eğitim blogları,gelişip yenileşmemizin temel taşı olan eğitimi anlatıyor.Genç,yaşlı herkesin dağarcığına bir miktar bilgi depoladığı yerler buralar.Geleceği görmek için,bu blogları takip etmek gerekiyor.


Örgü bloglarını izleyen hanımları,bilgisayar başından kaldıramıyorsunuz.Örgü çeşitliliği o kadar çok ki,derya deniz.Birinden diğerine geçince,kayda da almayı unutup, eski baktıklarına geri dönemiyorlar.Günlerce yeniden aramak zorunda kaldıkları modeller oluyor.Biz de onların bu arayışlarını izleyip,espri konusu buluyoruz kendimize.


Yemek blogları da,çeşitliliği en bol bloglardan.İnsan girdikçe kayboluyor içinde.Her girişten sonra mutfağa koşup,yeni bir yemek çeşidi denememek elde değil.


Müzik blogları ise,her çağda olduğu gibi, gençlerin vazgeçilmezi.Genç arıyorsan müzik bloglarına gideceksin.Ama orta ve ileri yaşlardakiler de kendilerine bir ortam buluyor bu yerlerde.


Şiir,Edebiyat blogları ruh dünyasından,gerçek dünyaya aktarmalar yapıyor.Biz de izledikçe ruhumuzu dinlendiriyoruz.Sevgi bulutları,oralardan buralara geliyor,yağmurlarını boşaltıyor.


Siyaset meraklıları için,bloglar bulunmaz bir alan.Gevezelik için meydan boş.At atabildiğin kadar.Karşındakinin ses ayarı da senin elinde.Rakibi istediğin an,minder dışına atabilirsin.


Hobi dünyası bambaşka bir dünya.Uçsuz bucaksız.Herkes yeteneğini sergilemiş.Ne istersen var."Çerçi eşeği "gibi.Doğrusu bu tür bloglarda gezmekten bıkmıyorum.


Çocuk blogları ise,blog dünyasının en sevimlileri.Annesinin karnındayken fotoğrafları çekilmeye,odaları hazırlanmaya başlanıyor.Binbir renk çocuk odaları ve eşyaları sergileniyor.Gelişim evreleri,an be an belgleniyor.İzlemesine doyulmaz.


Hayvan severlere ne demeli.Binbir türlü hayvan davranışları,bu blogları süslüyor.Fotoğraf bolluğu bu blogların en güzel yanı.Bir kanarya ile oynaşan kedi yavrusunu izlemek kadar güzel,ne olabilir.


Ev, Dekor blogları da uzak kalınamıyacak bloglardan.Her insan bir evde yaşadığına göre,bu bloglara mutlaka uğranılıyor.Kendinizden bir parça vardır,buralarda.


Tarım blogları,üreticilerin her an ziyaret ettiği bloglar.Yeni teknikleri buralardan paylaşıyorlar.Arıcılık dünyasını izlemeye doyamıyorum.Keşke ben de yapabilsem ama,olmuyor işte.Biz de zeytincilikle idare ediyoruz.


Bunlar dışında,daha pek çok konu işleniyor bloglarda.Burada başlıklarını bile sıralamaya sayfalar yetmez.Onun için bunlarla yetiniyorum.İlgi alanlarını yazamadıklarım gücenmesinler.Onlar da yorumlarda kendilerini ifade etsin.



Ramazan Işık