27 Ocak 2010 Çarşamba

BİRAZCIK UMUT


Birazcık umut lütfen.
....................
Neden yok diyorsunuz !
Rafınızda görünüyor ya işte.
Azıcık,
Birazcık umut.

Karaborsaya mı düştü,
Üretim mi azaldı,
Fabrikası mı kapandı yoksa.
Birazcık umut.

Neyse parasını veririz.
Bedava istemiyoruz ki,
Elimiz boş göndermeyin bizi,
Yarın size de lazım olur,biz veririz,
Birazcık umut lütfen.

Falezlerden mi düştü,
Dağa mı kaçtı.
Ufukta hiç belirtisi yokmu,
Ne oldu da kayboldu.

Gemi karaya vurmadan,
Birazcık umut lütfen.

Ramazan Işık

26 Ocak 2010 Salı

VAN MÜNÜT


Sağ elini havaya kaldırıp,zor duyulacak bir sesle "van münüt" dedi.Burnunda bağlı bulunan oksijen hortumu ve güçlü verilmiş oksijen ayarına rağmen,nefes almakta o kadar çok zorlanıyordu ki,bu cümleyi söylemesi bile mucize sayılırdı.Çevresinde toplanmış bulunan eşi,çocukları,yakın akrabaları,gözlerinin içine bakıp,ondan gelecek hayat belirtilerini izliyor,her nefesi,her davranışı bir olay oluyordu.Eğer hareket varsa neşe var,hareket yoksa hüzün başlıyordu.

Bir yıla yakındır gördüğü kemoterapi,ışın tedavisi ve en son olarak beyinde lazer uygulaması, O'nu yorgun ve bitkin düşürmüş,mecali kalmadığından, espri dolu yaşantısından örnekler sergilemekte zorlanıyordu.Etrafında, ıslak gözlerle O'nu izlemekte olanlara, gülümser ifadelerle "van münüt"demekten geri durmadı.Bu espriyi yaparken, birkaç saat sonra bırakıp gideceği hayata da sanki "van münüt" diyordu.Yani bir dakika daha,ey hayat, bir dakika daha.Parmaklarını birleştirip havaya kaldırarak yaptığı son davranış ve arkasına eklediği "van münüt"hafızalara kazındı.Yüreklere bir ok gibi saplandı.

Şu hayat denen şey bazan ne kadar acımasız ve katı.Sen ne kadar uğraşsan da o bildiğini okuyor.Van münütler çare etmiyor.Bir nefes almak cihana değiyor,bedeli de ölçülemiyor.

Karşıyaka mezarlığında kılınan cenaze namazından sonra imamın, "merhum'u nasıl bilirsiniz"sözü,saf tutmuş yakınlarının hıçkırıklarının doruğa çıktığı an oldu.Dönüşü olmayan bu yolda, "Merhumu iyi biliriz,Allah rahmet eylesin"sözleri son noktaydı artık.Omuzlarda yeni bir hayata doğru giderken; yaşanmış olan altmışbir yılın yorgunluğu,çok ağır bir hayat mücadelesinden her şeye rağmen galip çıkmışlığın gururu ,çocuklarına iyi bir eğitim aldırmış olmanın mutluluğu,ama geride gözü yaşlı bir eş ve sevenler bırakmanın da hüznü olmalydı.

Kim bilir şimdi O'nunla konuşabilsek, neler neler anlatır dı.Çevresine neşe saçan bu insan,hayatın bütün zorluğuna rağmen,anasız, babasız,eğitim görmeden başlamış olduğu hayattan,yüksek eğitimler almış evlatlar yetiştirmenin de mutluluğunu duyuyordur herhalde.

Geride kalanlar da yaşam mücadelesinde,O'nun kadar başarılı olabilse,ve her şeye rağmen hayata "van münüt"diyebilse,bu dünya daha farklı olabilir belki...

Ramazan Işık

20 Ocak 2010 Çarşamba

BLOGDAŞLIK

Çağımız iletişim çağı ya,gençlik çağlarımıza göre çok değişik durumlar ortaya çıktı.Televizyonun hayalinin anlatıldığı,bilgisayarın bazı bilim adamlarınca ancak düşüncesinin var olduğu zamanlardı onlar.Sanki o kadar uzakmış gibi,ama gerçek bunlar.Bu gelişmelerin sonucu olarak, net dünyasındayız şimdi.Nette de Blogdaşlıklar oluştu.Bu oluşumlardan yeni yeni güzellikler çıkıyor.Farklı düşünceleri görme,çok değişik alanlarda değişik fikirleri izleme imkanına kavuştuk.Elbette herkesle aynı düşünmüyoruz.Herkesin de illa bizim gibi düşünmesini isteme hakkımız yok.Farklı düşünceler olmasaydı geldiğimiz bu gelişmişlik noktasına gelememiş olurduk.Herkesin düşüncesine saygılıyız,sınırlarımızı çiğneyip geçmemek şartıyla.

Bloglarda zaman zaman ödül,mim,gibi uygulamalr oluyor.Çok da güzel oluyor.Ama,doğrusu herkes birbirine bir pas atarsa, bunun sonunda sadece mim ve ödül yazıları yazmaktan başka birşey yapamayabiliriz.Bu bakımdan bloglarımız da okunma sıkıntısı çekiyor olabilir gelecekte.Bunun yerine öneri ve başlıklar şeklinde yazılar yazsak nasıl olur bilmem.Benimki de böylesine bir düşünce elbette.Mim ve ödül konusu ile ilgili iki yazı yazmıştım.Bu yazılarda düşüncelerimin bir kısmını açıkladım.


http://rmazan.blogspot.com/2009/08/ben-duygusal-bir-insanimodul.html

http://rmazan.blogspot.com/2009/08/genclerin-oyunu-mim.html



foto-yasemin tangören





Arkadaşlarım Siyah Kelebek Dostluk Bildirimi yapmış.
Çoban Yıldızı ise Mimle söbelemiş beni.
İkisini bir yazıda birleştirip cevaplamaya çalışacağım.



DOSTLUK BİLDİRİMİ(Siyah Kelebek)http://curcuna-siyahkelebek.blogspot.com/
Kurallar:
1- Dostlukluğumuzu ilan etmek için bir yazı yaz.
2-Arkadaşlarından 10 bloğ dostu seç.
3-Seçtiğin bloğ dostlarının bloğunu ziyaret et ve bunu bildir.

1-Bu yazıyı yazmakla Siyah Kelebek'e olan dostluğumu ilan etmiş olduğumu sanıyorum.Bu vesile ile kendisine tekrar sevgi ve selamlar iletiyorum.
2-Arkadaşlarımızdan on blog dostu seçmek gerçekten zor.Zira hepsinin ayrı yazı tatları var.Mümkün olduğu kadar,zaman buldukça onları ziyaret etmeye çalışıyorum.Tüm ziyaret ettiklerim dostlarımdır.Hangisini nasıl ayırayım ki.
3-Ziyaret ettiğim bloglara yorum bırakarak düşüncelerimi söylüyorum.Karşı fikirler yazdıklarım bile dostluğum içindedir.Bundan sonra onlarla dost olduğumu ayrıca belirtmeye de çalışacağım.Bu bildirim beni yönlendirmiş oldu böylece.



SOBEE(Çoban Yıldızı)http://cobanyildizizuhre.blogspot.com/
1- Dokunulmazlıkların Kaldırılması Konusunda Ne Düşünüyorsunuz ?


Dokunulmazlıkların kürsü masuniyetiyle sınırlı olmasından yanayım.Meclis kürsüsünden yapılacak her konuşmanın dokunulmazlığı olmalı.Diğer suçların dokunulmazlığı olmamalı.Vergi borcu mahkumiyeti,çek senet işleri için alınmış cezalar ve benzerlerinin dokunulmazlığı olur mu.


2- Seçim Barajı Kaldırılsın Mı?


Barajın %5 ler düzeyine çekilmesinde fayda olduğunu umuyorum.Bu düzeyde kitle oluşturan gruplar mecliste seslerini duyurmalıdır.Aksi sokağa ve yer altına kayıyor.O da ülkemize fayda yerine zarar veriyor.


3- Adayların Belirlenmesinde Nasıl Bir Yöntem Uygulansın?


Aday belirleme çok ilginç bir konu.Bu konuda çok uzun yazabilirim.Zira yıllar içinde gözlemlediğim gerçekler var.Birini örnek vermek istrim;Bir zaman halk oyu ile belirlenen aday seçiminde,zamanında pavyon bekçiliği yapmış birinin milletvekili olarak seçildiğini görmüştüm.Bu tamamen halkımızın eğitim seviyesi ile ilgili bir konu.Benim düşüncem;parti yönetimlerine bir miktar (bu 50-100 olabilir)Türkiye milletvekilliği adaylığı belirleme yetkisi verilebilir.Kalan kısmını halk seçmelidir.Türkiye milletvekilliğindeki amaç da şudur;devlet yönetiminde bakan olarak görev alacaklarda belli bir seviye aranır,komisyonlarda belli alanlarda uzmanlık gerekebilir,buralarda görev alabilecek kişilerin bir kısmı bu kontenjanlar içinden belirlenerek denge sağlanabilir.


4- Yargı Bağımsızlığı Sizin İçin Ne Anlam İfade Ediyor?

Yargı bir erk tir.Bu erkten siyasiler elini çekmelidir.Beğenmedikleri şekilde oy veriyor diye yargıya karışılmaz.Onun adı demokrasi olmaz,olsa olsa sultanlık olur.Onun da çağımızda yeri yoktur.



5- Beşinci soruyu siz belirlemek durumunda olsaydınız neyi öğrenmek isterdiniz ?

Ben, aşağıdan yukarıya bakan halktan bir kişi olarak zaten çok şeyi görüyorum.Bana yukarıdan değil,aşağılardan bakan ,halkını baş tacı eden insanları ne zaman görebileceğimizi merak ediyorum.Bunu öğrenmek isterdim.


Şimdi de üç kişiyi söbelemem gerekmiş ya,beni izlemeye almış tüm arkadaşlarımı söbeliyorum.Onlar da bu konularda düşünceleini yazarsa mutlu olurum.Mimlediğim bloglar beni izleyenlerdir.Sevgilerimle.

(Mimin kuralları:

* Mimi gönderen bloğa link veriyorsunuz.
*Üç kişiyi mimliyorsunuz ve mimlediğiniz kişinin bloğuna not bırakıyorsunuz.
*Mimlediğiniz blogların da linkini veriyorsunuz. )

18 Ocak 2010 Pazartesi

YAŞLI TEYZE


foto-yasemin tangören

Her halinden,seksen yaşlarında olduğu belli olan yaşlı teyze,hastane koridorundaki banka oturdu.Onu oraya getiren,yanındaki daha genç yaşta olan bayan, işlemler için gitti. Yaşlı teyze etrafını kolaçan etti.Bankta yanına oturduğu, orta yaşlı adama dokundu.
-Mayışlar bangıya yatmış mı?
-Bilmiyorum teyze.
-Herhal bazarertesi yatacaamışş.
-Öyledir herhalde teyzeciğim.
-Sen de mayış alıyonmu?
-Alıyorum teyzeciğim.
-İiii,iiii.Ben üçyüz, bi de elli alıyom.
-............
-Evsabısın(eşin demek istiyor) var mı ?
-Var teyzeciğim.
-Oğlan uşak ?
-Onlar da var.
-Gaç dene.
-İki oğlan.
-Gelin var mı?
-O da var teyze.
-Gızın yokh mu ?
-Yok teyzeciğim.
-(adamın omuzuna güçlü bir yumruk indirerek)Gızın yoosa halın kötü.Gelin sana bakıyor mu?
-Bakıyor teyze.(aslında gelinle ne ilgisi var,adam daha sapa sağlam,orta yaşlı birisi.)
-Halal süd emmiş öyleese.(kafasını anlamlı anlamlı sallayarak ve biraz önce yanından işlemler için gitmekte olan bayanı göstererek)Benimkiler var ya benimkiler,ööle viririm viririm doymazlar.
-................
-Allahtan benim herif ölmeden evvel bana didi ki,garı ben ölürsem bunnar sanga bahmaz.İisimi tallaları,bağı,evi senin üstüne yapiim de,sokakta galma didi.Şinci tallam,baağaam,evim var da (kafasını sallıyor).......
-...............
-Senin ev sabısı sana bakıyor mu ?
-Eh,iki gözüyle bakıyor teyze.
-Ööööle dime.Onga iiii bak.O da sana iii baksıng.Onu oooşa,sev.Çocukhlara guvenme.(bu arada,orta yaşlı adamın, genç yaşlardaki oğlu yanlarında oturuyor ve konuşmaları dinleyip,hafiften gülümsüyor.
-..............
-Sen guşbunnu(kuşburnu) bilin mi.
-Bilirim teyzeciğim.
-Hah işte,o guşbunnu var ya,her derde devadır.Bizim orda çok olur.Benim oolanın çarşının orda tükanı var.Ben sana getiririm.Orıya bırakırım.Daha bissürü otlar niiiler var,onnardan da getiririm saaa.
-Teşekkür ederim teyzeciğim.
-Bizim şeer .......i bilin mi sen.
-Bilirim teyzeciğim.
-Onun gazaası(ilçesi)....,onun koyü de ....bizim koy.Sen oraları bilin mi ?
-Onları bilmiyorum teyze.
-Senin memleket nire ?
-.......şehir teyze.
-Eeee ora bizim şeerin ötesinde herhalda.Bizim koyün öte yanında ...koyu var orlarda mı ?
-O taraflarda teyze.
-Benim babam severbellik çocuuuu, biliyogn mu?
-Öyle mi teyzeciğim.
-Sen severbelliiı(seferberlik'i) bilin mi.
-Duydum teyzeciğim.

O arada gelini geldi.Teyzeyi elinden tutup, doktorun odasına doğru götürürken,teyze adama doğru bakıp,gelinin arka tarafından başı ile gelini işaret ederek,"bu gelin var ya bu gelin"dercesine kafasını sallıyordu.


Ramazan Işık

9 Ocak 2010 Cumartesi

O'NUN KOKUSU








Bu koku, dedim. Acaba...,yanılıyormuyum. Hayır, işte O Koku.

Aklım ermeye başladığında, koku alma duyumun gelişme çağında duyduğum bu kokuyu hatırladım. İşte bu koku, o koku dedim kendi kendime.Yıllardır arar dururdum, kendi dünyamda. Bulmaya çalışır, bir türlü çıkaramazdım. Zihnimin derinliklerine iner, bir bilgisayar hard diskinin en ücra köşelerini karıştırır gibi beynimi kurcalar, bulamazdım.

Bugün buldum onu demiştim o zaman. Daha gençtim.
Dünyada tanıdığım insanlar içinde en çok sevdiğim insanın kokusu. Bu, o koku.
Sevdiğim, ama erken kaybettiğim. Sevgisine doyamadan daha, elimden uçurduğum insanın kokusu.

Öyle ki burnunu boynumun içlerine doğru sokup kokladığında, "İşte benim yaşam kaynağım", diyen,
el ele tutuşup kırlara gittiğimizde, dünyayı unuttuğum,
şehrin en güzel lokantasında baş köşedeki masada, ikimiz baş başa yemek yerken, gözlerimi gözlerinden ayıramayan, "teberiksin sen" derken yüreğinin titrediğini hissettiğim,
hayattaki herşeyim yanı başımda diye düşünürken, birgün aniden direğimin çöktüğünü gözlerimle gördüğüm,
sonbaharda düşen yapraklar gibi nereye savrulacağımı bilemeden, beni bırakıp giden,
sözün kısası, kelimenin tam anlamı ile varlığımın kaynağı insanın kokusu bu dedim.

Bu koku iğde çiçeği kokusuydu.
Köyde, evimizin önünde üç büyük ağaçtan oluşan trio'nun gölgesinde, O'na kitap okurken ciğerlerime doldurduğum iğde çiçeği kokusu.

Yani MUSA DEDEMİN KOKUSU.

Kırkbeş yılda doksan bayramı Onsuz geçirdiğim insanın kokusu.

Kimselere anlatamam bu hasreti. Babamı erken kaybettiğimden dolayı kendisine baba diye hitap ettiğim, çoğu zaman babammı, dedemmi olduğunu karıştırdığım insanın kokusu.

Şehirde bir evin duvarına salınmış biçimde sarkan iğde ağacından yayılan kokudan hatırladım o'nu.

O iğde ağacının evimizin tam önüne dikilmesinin bir anlamı olmalıydı. Çocukken omuzlarımıza, kertilmiş kısmına küçük delik açılmış iğde ağacı parçaları dikerlerdi, bizi nazarlardan korusun diye. Bunun da bir anlamı var elbette. Ben birazını biliyorum da. Merak edenler araştırıp bulabilirler sanırım.

Dedemin kokusu baş ucumda sürekli koksun istiyorum. Onun için, benden sonrakilere vasiyetimdir. Baş ucuma DEDEMİN KOKUSU nu yayacak iğde ağacı dikin.

Ramazan Işık

ÇOBAN ATEŞİ


Zamanında bir genç ağanın kızına aşık olmuş.  Kız da kız mı, ay parçası. Yörede aşık olmayan oğlan yokmuş kıza. Ama ağanın korkusundan kimse istemeye varamıyormuş. Bizim genç o kadar aşık ki; "Ölümü göze alırım bu kız için", diyormuş. Kız da oğlanın kendisine yandığını birisinden duymuş. Bu oğlan kim acaba, bir görebilsem diye onun da yüreğinde bir kıpırdanma başlamış, daha oğlanı görmeden.
           Bir gün çeşmede su doldururken,uzaktan göstermişler oğlanı. Oğlan da oğlan mı, küheylan gibi. Uzun mu uzun boylu, pazuları gelişmiş. Kaşlar çatık. Yağız bir delikanlı. Kız bayılacak gibi olmuş oracıkta. Ama ne çare bu derdini kimseciklerle paylaşamamış, babasının korkusundan.

           Zaman böyle geçmiş. Gençler bir türlü görüşememişler. Oğlan bakmış olacak gibi değil, anasına varmış; "Ana, ben ağanın kızına yandım ,bana bu kızı iste, yoksa yaşamak benim için anlamsız" demiş. Anası şaşkın, "Oğlum biz ağanın kızını nasıl isteriz, bize kız verir mi onlar. Sen aklını mı kaçırdın. Vazgeç bu sevdadan" demiş. Oğlan vazgeçer mi. "Olmaz ana , bu kızı bana isteyeceksin" demiş. Anası çaresiz,varmış ağanın kapısına.
          "Ağam Allahın izni, peygamberin kavli ile senin kızı benim oğlana istiyorum, isteklerin bizim için emir olur, boynumuz kıldan ince", demiş. Ağa bakmış bakmış; "Bre kadın, sen ne dediğinin farkındamısın, benim kızı nasıl istemeye gelirsin, buna nasıl cesaret edersin" demiş. Kadıncağız; "Allaha sığındım geldim ağam, ne yapayım, benim oğlum senin kızını ölümüne seviyor. Ben de bu yangıya dayanamadım geldim", demiş.

              Bu arada ağa kendi içinde şöyle düşünmekteymiş;
"Bizim kız evlenme çağına geldi, güzel de bir kız , ama hala bir isteyicisi yok. Bu nasıl iş, diye içten içe hayıflanıyormuş.

               Kadıncağızın cesaret edip kız istemesi,  aslında çok hoşuna gitmiş. Ama  "Ağalığın da bir ağırlığı olmalı, değil mi canım. Böyle hemen kız verilir mi. Bazı isteklerimiz olmalı" diye düşünmüş.

              "Bak kadın", demiş. "Madem benim kızı istiyorsun, bunun için bazı yaptırımlarım var, bunları yerine getirirseniz kızı veririm", demiş. Kadıncağız çaresiz, "Yolunan yoldayız ağam, ne dersen yaparız. Gücümüz yetmezse kapında köle olurum. Beni geri çevirme" demiş.
                Ağa köleyi ne yapsın, kapısında ondan çok varmış zaten. "İlla şimdiye kadar görülmedik bir istekte bulunmalıyım" diye düşünmüş.
               O zamanlar da zehmeri ayının en keskin günleri imiş. Dışarısı buz kesiyormuş. Ağa;
"Benim kızımı almak öyle kolay değildir. Senin oğlan dışarıda çıplak olarak bir gece kalırsa, öyle ateş filan yakmak ta yok ona göre haa, o zaman kızımı veririm" demiş.
Bu istek o günün şartarında ölüm demekmiş. Zira kimse bu soğukta dışarıda bir gece de olsa kalamazmış. Donmamak imkansızmış.

              Kadıncağız durumu gelip oğluna söylemiş. Oğlan; "Aman ana , ne demek, tabii ki kalırım. Git söyle ağaya, dışarıda kalacağım. Sonuç ne olursa olsun kalacağım", demiş.

              Oğlanın dışarıda kalacağı geceyi belirlemişler. Oğlan harman yerine çıkmış. Üstündekileri çıkarmış. Bir don kalmış. Beklemeye başlamış. Allahtan bu arada bir yağmur başlamış. Yağmur ortalığı biraz ısıtmış. Ama gene de çok soğukmuş. Gözetleyiciler de çevreden onu gözetliyorlarmış. Oğlan çok uzaklarda, dağda bir ÇOBAN ATEŞİ görmüş. Kollarını havaya kaldırıp bir sağ yanına dönüyor, ateşte ısınıyormuş gibi yapıyormuş. Bir sol tarafına dönüp tekrar ısınma davranışları gösteriyormuş. Kilometrelerce ötedeki dağda yanan çoban ateşi, oğlanın yüreğine bir sıcaklık vermiş. Zaten kızın aşkı kendisini kavuruyormuş. Soğuğu duymamış bile.

               Ama gammazcılar durur mu. "Ağam, bu genç harman yerinden, dağdaki çoban ateşinden kızındı", demişler. Ağa gence bunu sormuş. Genç boynunu bükmüş. Yalan söyleyememiş. "Kızındım ağam, dağdaki çoban ateşine kızındım" demiş.

               Ağa gencin doğruluğu ve kızı için yaptığı bu fedakarlığı takdirle karşılamış. Kızını çağırmış; "Kızım sen bu genci istiyormusun", demiş. Kız boynunu bükmüş; "Baba sen verirsen", demiş.

Hadi verdim gitti, kurun kereveti demiş.
Onlar ermiş muradına.

Ramazan Işık

(zemheri-kışın en soğuk ayı)
(kızınmak-ısınmak)

2 Ocak 2010 Cumartesi

YÜKSEKÖĞRETİM DÜNYASINA BİR TEKLİF

Çağımız bilgi çağı deniyor.Doğrusu,bir eğitimci olarak,tüm çağların bilgi çağı olduğunu düşünüyorum.

Bilginin küçüğü büyüğü olmaz.Tekerleğe geçmek binlerce yılımızı almış olsa da,on yılda milyonlarca yeni bilgi oluştuğunu görüyor olsak da,bu bakış açım değişmez.Herşey çağına göre gelişiyor.O gün gelişmeler öyleydi,bugün böyle.Asıl olan bilgiden toplumun ne kadarı ne düzeyde yararlanıyor ona bakmak lazım.

Tekerlek bulunmuş ama çok az sayıda insan faydalanıyor, ile DNA çözülmüş,sonuçlarından sınırlı sayıda insan faydalanıyor, arasında ne fark var ki.

Bilgiyi ve bilgiden elde ettiğimiz sonuçları,toplumun geneline yayamıyorsak, o bilgi belli mutlu azınlığa hizmet etmekten öteye gitmez.

Geçmişte ve günümüzde bilginin en çok üretildiği yer, eğitim kurumları ve özellikle üniversiteler olarak bilinir.Bu bakış açısı doğru olsa gerektir.Zira üniversite ortamları bilginin derlenip toplandığı,üzerinde araştırılıp tartışıldığı yerlerdir.

Bana göre;üniversitelerden topluma bilgi aktarımı kaplumbağa hızı ile olmaktadır.Üniversitelerde oluşan bilgiyi bizim öğrenmemiz için birkaç yol var.

Bunlardan biri,üniversite hocalarının bilimsel makalelerinin yayınlandığı dergileri bulup okuyacaksınız,ki bu o kadar kolay bir yol ve pratik değildir.

Bir diğeri, yazdıkları kitapları bulup okuyacaksınız.Bu da pratik bir yol değildir.Zira bilginin kitaplaşıp bize ulaşması aylar,hatta yıllar alıyor.

Bir başkası, gazete sütunlarına düşmüş,biraz da magazinleşmiş şekliyle okuyacaksınız.Ya da televizyon programlarına çağrılan eğitimcilerin sınırlanmış zamanlarda anlatacaklarından birşeyler öğrenmeye çalışacaksınız.

Oysa, çağımız bilgi çağı olduğu kadar, sürat çağıdır da.Yavaş hareket edenler hızlı hareket edenlere göre kaybediyorlar.Hızlı,hem de çok hızlı hareket etmek zorundayız.Günümüz teknolojileri buna elveriyor.Hocaların makale yayınlamaları,kitap basmaları veya televizyona çıkma işlemleri çok geç.Çağın gereklerine cevap vermiyor.

Bu işe çözüm bulmak lazım.En yeni bilgileri,en taze biçimiyle ve belkide interaktif katılımcı olarak almak gerek.Bunun için benim bir önerim var.Üniversite çevreleri günümüz teknolojilerini kullanarak dersleri aktif biçimde ve canlı olarak halka ulaştırmalıdırlar.Hocalar bunun için gönüllü olarak işe başlamalıdır.Bu konu çok da basittir.Her öğretim üyesi isterse, kendi dersini, messenger,skype,3G teknolojisi,internet tv ,gibi araçlarla anında yayınlayabilir.Bunu hayata geçiren hocaların toplumdaki prestiji artar.Toplum aydınlanır.Her isteyen kendi ilgi alanına göre hocaları takip edebilir.

Bir kısım bilgi aktarıcılar da lüzumlu lüzumsuz bir sürü şeyi kafamıza sokmaya çalışıyor.Önemli olan bilimsel bilgilerin, en tazesine en hızlı şekilde ulaşmak.Ama bilim adamlarının ürettiği bilgilere ulaşmak o kadar kolay değil.

YÜKSEKÖĞRETİM VE ÜNİVERSİTE DÜNYASINA TEKLİFİMİZDİR,"KÜRSÜLERİNİZİ HALKIMIZA, YAYIN YOLUYLA AÇINIZ LÜTFEN, SİZİN YÜKSEK BİLGİLERİNİZDEN FAYDALANALIM.


Ramazan Işık