ne demeli. En yakın arkadaşını, sevdiğini bile kırıp dökenlere rastlanıyor bu uğurda, adam öldürmeye vardıranlar bile var bu işi.
Boncuk benim kedim. O'nunla özel hallerimiz var bizim. Bebekliğinden beri bizim yanımızda. Daha önceki yazılarımdan birinde, hayat hikayesini anlatmıştım. Şimdi de daha özel hallerini paylaşmak istiyorum.
Adeta konuşmaya başladı bizim tekir. Doğaldır ki, sadece benim anladığım bir dil bu. Mama isteyişi , su isteyişi, tuvalet ihtiyacını belirtmesi bambaşka hallerle ve seslerle oluyor. Gel dediğimde peşimden geliyor. Kızdığımı hemen anlayıp uzaklaşıyor. Eğer yüksek perdeden bir konuşma varsa evde, çok özel bir miyavlamayla bu konuşmanın bitirilmesi gerektiğini anlatıyor. Telefonla konuşmamızı istemiyor. Telefonla konuşmaya başladığımda koşup kucağıma geliyor, telefon tuttuğum bileğimden hafifçe ısırarak, bu konuşmayı sonlandırmamı istiyor. Flüt bile çaldırmıyor. Flüt sesini, ağlama sesine benzettiği kesin. Onun için ne zaman flüt çalsam, bıraktırmak için gelip bileklerime yapışıyor. Yat dediğimde sırt üstü yatıp, kendisini mıncıklamamı bekliyor. Mama dediğimde, durup yüzüme bakıyor, "beni al götür, mamamı yedir" dercesine bekliyor. Zaten mamayı da kendi başına yemiyor. İlla benim elimden yiyecek. Anlaşılacağı üzere, kuru ve markalı mama dışında mama yemiyor. Ettir, süttür, tavuktur, balıktır, hiçbir şeye bakmıyor. Koklamıyor bile. Böylesine garip bir hayvan. Suyu da özel olacak hanım kızın, hazır sulardan içiyor. Şehir suyu klorlu olduğu için ondan içmiyor. Ayrıca, bahar aylarından sonra oda sıcaklığındaki suyu da içmiyor. Buz dolabında soğutulmuş su ile aşlama yaparak veriyorum suyu. Ilık su içmiyor. O suyu hazırlarken etrafımda dönüşünü görseniz, tam film sahnesi.
Bu günlerde biraz tasalı. Kısırlaştırma ameliyatı oldu olalı, bahar ayları geldiği zaman yemeden içmeden kesiliyor. Zayıflıyor, halsizleşiyor. Bu durumu bizi üzüyor haliyle. Kendisi doğal yollarla içmediğinden, biz de süt şırınga ediyoruz ağzına. Biraz protein alsın diye de iki güne bir bıldırcın yumurtası karıştırıyoruz sütüne, zoraki içiriyoruz.
Ayrıca bizimle beraber yurdun dört bir yanını gezdi bu güne kadar. Ailenin bir ferdi oldu artık. Gittiğimiz yerlerdeki otel odalarında, O'na da özel köşe hazırlanıyor. Dışarıya çıkışlarımızda bizi bekleyişleri çok dokunuyor doğrusu. Ama çare yok. Bir yerlere bırakmamız imkansız. Zira O'nun dilinden bizden başkası anlayamaz.
Bahçedeki halleri ise bambaşka. Bahçede yaşadığı mutluluğu başka yerde bulamıyor. Otların arasında kuşlara sinmesi, ağaçlardan ağaçlara koşması bir harika. Bahçede gezerken yanımızdan hiç ayrılmıyor. Bahçenin en alt kısımlarına kadar illa yanımızda olacak. Bir de, biz dışarda asma altında otururken, asmanın gövdesinden tırmanıp, yaprakların içinde kaybolup, oradan bizi seyretmeye doyamıyor. Biz aşağıdan ayrılmazsak, o da akşama kadar orda uyuyor.
Tüm bunlar şaka gibi. Gençliğimde şöyle bir düşüncem vardı; Okuduğum kitaplarda, izlediğim filmlerde, gazete haberlerinde bazı insanların hayvanları özel mamalarla beslediklerini duyar, izlerdim. Çok kızardım bu duruma, hayvanları sevmediğimden değil ama, o günün şartlarından. "Biz burada kalem, kitap bulamazken, insanlar hayvanları özel besinlerle besliyorlar", diye. Şimdi aynı duruma biz düştük. Bir kişilik sapmasıdır ki sormayın. Hakkında yazı bile yazıyorum.
Sabahın erken saatlerinde, baş ucuma gelip mırıltılı sesler çıkarıyor. Uyanmazsam, biryerleri tırmalamaya başlıyor. O şekilde de uyandıramazsa , bu sefer bileklerimden hafif hafif ısırarak beni uyandırıyor. Ne olacak, Boncuk Hanım doyurulacak. Suyu hazırlanacak. Balkon kapısı aralanıp, dışarıdaki kumuna gidecek.
Tüm bunlar hayra alamet mi bimiyorum. Yoksa madde bağımlıları gibi, bendeki bir tür eksen kayması mı.
Sonuçta yaşam denen şey, sevdiğiniz şeyleri yapmak sa, Boncuk'la bu hallerimizi seviyorum. Zaten çocukluğumdan beri, çeşitli aralıklarla kedilerim omuştur. Şimdi de abartılmış bir hali var bu işin. Bir tek kaygım var; kedilerin yaş sınırı on, on beş yıl civarında deniyor. Bizim boncuk yarı yaşına yaklaştı. Allah bize ömür verirse, Boncuk'u kaybetmeye nasıl dayanırım bilemiyorum.
Geçenlerde, O'nu bana getiren oğlumun , bu durumu düşünüp , gözlerinin nemlendiğini gördüm. Ben de ondan geri kalırmıyım.
Bize bir psikolog lazım. Çevresinde olan söylesin.
Ramazan Işık
21.05.2010
Ankara