6 Ağustos 2003 Çarşamba

EBRU SERGİSİ VE FOTOĞRAFLAR

Mersin’de bir ebru sergisini, radyo anonslarından duydum. Bu tür sanat çalışmaları hep ilgimi çeker. İnsanların uygun zamanlarında, ilgi alanlarına göre , güzel sanatlarla uğraşmalarına ve bu alanlarda üretim yapmalarına imrenmişimdir. Bir yerde bir resim görsem, bunu yapan sanatçıyı tanımak, onun dünyasına girmek ve ondan yeni fikirler almak isterim.Sanatçılar yeni fikirler üretirler. Hayata eleştirel gözlerle bakarlar ve her zaman muhaliftirler. Bu durum benim hoşuma gider. Onları desteklerim. Zira güzellikler, fikirlerin çatışmasından , böylece doğruların bulunmasından doğar.
Ben sanatçıları bilim adamlarına benzetirim. Olaylara tarafsız gözle bakmasını bilirler. Üzerinde çalıştığı konu ve düşüncenin her yönünü çeşitli açılardan ele alıp değerlendirebilirler. Sanatçı olmak kolay değildir. Yetenek gerektirir.
Bu duygularla gezmeye başladığım sergide, bazı gözlemlerde bulundum.
Sergi, ebru sanatından örnekler içeren otuz kadar eser ve onların arasına serpiştirilmiş fotoğraflardan oluşuyordu.

Ebrular çok güzel çalışılmış. Emek verilmiş, belli. Bunun yanında sanatçının genç olması da beni ayrıca etkiledi. Böyle gençlerin artmasını diliyorum. Düşüncelerini silahla değil, kalemle, sanatla ifade eden insanları takdir ediyorum. Bu insanlar ne kadar artarsa, ülkemizin yakalamasını istediğimiz o uygarlık seviyesine ulaşmaması için hiçbir sebep yoktur.

Ebru sanatı; üzerinde düşünenler için çok anlamlıdır. İnsanı bambaşka dünyalara götürebilir. Eserlerin içindeki kıvrımlar, sanki beyninizin içindeki düşüncelerin karmaşıklığını ortaya çıkarır gibidir. Saatlerce izlemeye doyamaz insan. Ben de bu sergide aynı duyguları yaşadım.

Serginin dikkat çeken ikinci konusu ise fotoğraflardı. Ebru sanatının örneklerini içeren çerçevelerin aralarına fotoğraflar yerleştirilmişti. Çerçevelenmiş fotoğrafların dört tarafına şiirimsi dizeler serpiştirilmiş. Fotoğraflar, güneydoğudan Mersin’e göç etmiş ailelerin çocuklarının çeşitli ortamlarda çekilmiş resimleriydi. Onların bu şehirde ne kadar zor şartlar altında yaşamakta oldukları belgelenmişti. Çöp toplayan çocuklar, yiyecek kırıntılarını toplayan çocuklar, ayakkabısı yırtılmış, üstleri paramparça,yüzlerinden mutsuzluk akan çocuklar. Zaten eğitim ortamında sürekli gözlemekte olduğumuz bu durum beni ayrıca etkiledi. Yaşamın ağırlığını omuzlarında en zor biçimleriyle taşımış bir insan olarak bu durumu iyi biliyordum. Okullarda okurken kitap alamayıp, arkadaşlarından günü birlik kitap ödünç alan bir insan olarak bu durum beni çok etkiledi. Herhalde etkilenmeyecek bir insan da yoktur.

Sanatçı fotoğrafların arasına dizeler yerleştirmiş. Dizeler şiirimsi özellikler taşıyordu. Bu dizelerde , bu çocuklara devletin bakmadığı, görevini yapmadığı, neden bu hale geldikleri sorgulanıyor ve bunun suçlusunun devlet olduğu çok çarpıcı cümlelerle vurgulanıyordu.

İncelemeye devam ettim. Sanatçı başka suçlular da bulmuş mu diye. Böyle bir yaklaşım yoktu. Tek suçlu devletti. Bu çocukları dünyaya getiren, birine bakmakta güçlük çekerken ikisini, ikisine bakamazken beşini meydana getiren, beşine yiyecek, giyecek, süt ve okul için kitap bulamazken sekizini birden dünyaya getiren ana ve babalara hiç sitem edilmiyordu bu yazılarda. Bu noktada durdum. Devlet kavramını düşündüm. Dünyada gelişmiş devletleri düşündüm. Gelişmiş devletlerin insanlarını.
İnsanlar ne yaparlarsa kendileri yapar. Başkalarını suçlamak kolaydır. Çözüm üretmek ve üretici olmak zordur. Sadece çocuk dünyaya getirmek değil, onu sağlıklı, eğitimli ve ekonomik olarak bağımsız yetiştirmek zordur. Anne ve babalar bunu düşünmelidir.

Sanatçıdan beklenen, olaylara tarafsız ve her yönü ile eleştirel bakmaktır.

Fotoğraflardan en çarpıcı olanına o günün asgari ücretinin iki katı fiyat biçilmişti. En dikkat çeken de buydu.

Her zaman çelişkiler en yalın biçimi ile karşımızda durur. Önemli olan biz onu görebiliyor muyuz?

Ramazan IŞIK