15 Mart 2007 Perşembe

BİR OKUL ANISI -

Karabaşlı Köyünde oturuyor,Akpınar Köyü İlkokulunda okuyordum.Tahminim üçüncü sınıf öğrencisi olmalıyım.Öğretmenimiz Ali Uçar bizi geziye götüreceğini söyledi.Ertesi gün herkes azıklarını alsın,gelsin dedi.Biz de Karabaşlı Köyünden gelen bir grup öğrenci olarak,azıklarımızı hazırlayıp Akpınar ‘a,okulumuza geldik.Tek öğretmen beş sınıfı bir arada okutuyordu.Yaklaşık yirmi, yirmibeş civarında öğrenci idik.Akpınar,Tahtalı ve Karabaşlı köyü çocukları Akpınar İlkokulunda okuyorduk.
Bayrak önde biz arkada öğretmenimizin yanında Dermesür deresine doğru yola çıktık.Oraya Kızıldere Köyü öğretmeni ve çocuklarının geleceğini biliyorduk.
Dereye vardığımızda Kızıldere Köyü İlkokulu öğrencilerinin de oraya geldiğini gördük.Benim annemin Kızıldereli olmasından dolayı bu köyde akrabalarım çoktur.Rahmetli Şeftene (Şeftali)Ebemin Kızı Hacer beni görünce koştu geldi.Beni Kızıldereli öğrencilerin yanına götürüp tanıştırdı.Çok gururlandım o zaman.Daha sonra öğle yemeğine geçildi.Herkes azığını çıkardı.Bizim köylerde bakkal olmadığından her aradığını bulamazsın.Hacer,beni kendi gurubunun içine çağırdı.Bizim azıklar kuru yavan bir şeyler.Galiba yumurta,haşlanmış patatates ve yufka ekmek olması lazım.Hacerin azığında helva var.O zaman için bizim köy çocukları için helva bulunmaz bir şey.Böylece ben bir ayrıcalık kazanmış oldum.Çocuk aklımla bunu çok önemsiyorum.Ne demek,Akpınar,Karabaşlı,Tahtalı köylerinden toplanmış öğrencilerin hiçbirinde helva yok.Ben helvası olan guruba misafir olmuşum.

Gezi sonunda bu ayrıcalığın verdiği hazla epey gururlandım.

Bu gün geriye dönüp baktığımda yaşadığım yörenin imkansızlıkları,çocukluğumuzun saflığı,akrabalık bağlarının ne kadar güçlü olduğunu görüyorum.

Zaman ve şartlar bizi çok farklı ortamlara taşıdı.Buna rağmen,bulunduğum şehirde hemşerilerimle toplanıp,mevsimi geldiği zaman dostların bir şekilde bize ulaştırdığı yemlikleri yufka ekmeğe dürüp yemenin zevkini yaşıyoruz.Bu lezzeti de başka hiçbir şeyde bulamıyorum.

23.05.2008
Ramazan Işık

1 Mart 2007 Perşembe

ABBASİYE ABLA

.

İçimde bir yaradır Abbasiye Abla. Geriye dönüp baktığımda, öğretmenlik yaşantımda, içime kor gibi düşen bir yara.

Abbasiye öğrencimdi. Öğretmenliğimin ilk yıllarında, Silifke’nin bir dağ köyünde okuttuğum, sevimli bir kız çocuğu. Ama nasıl çocuk. Dünyaya sevgiyle bakan gözleri, masum bakışları, bu saf bakışlara inat keskin bir zeka. Abbasiye'ye herhangi bir konuyu bir kere anlatmanız yeterdi. İkinciye gerek yok. O anlatılanı kendi mantık süzgecinden geçirip, kendine göre yorumlayarak, daha bir güzel sonuç çıkarırdı her konudan.

Bulunduğumuz köyde, genç öğretmenler olarak eşimle birlikte çalışıyorduk. O yıllarda, çocuklarımızda çok küçüktü. Abbasiye, bizim çocukların Abbasiye Ablası'ydı. Evimizden hiç çıkmaz, gördüğü her şeyi sorar, öğrenmeye çalışırdı. Yeni bir eşya, yeni bir davranış, sözcük, problem, ne olursa, en ince ayrıntısına kadar merak eder, öğrenirdi. O, kendi köyü dışındaki dünyayı sorardı. Ötelerde ne vardı. Öteler, daha , daha öteler.
Birleştirilmiş sınıfta, dördüncü ve beşinci sınıfları bir arada okutuyordum. Dersleri, küme çalışması yöntemi ile işliyordum. Küme çalışması , öğrencilerimi sosyal yönden çok geliştiriyordu. Onlar, kümelerde, her biri ayrı bir görev alıyor, kimi küme başkanı, kimi yazman, kimi sözcü, kimi de materyal toplayan eleman oluyorlardı. Sınıfta, altı, yedi öğrenciden oluşan, dört ya da beş küme oluyordu. Böylece, hepsi ilerde, hayatta üstlenebilecekleri rollerin bir modelini gerçekleştiriyordu. Hazırladıkları küme dosyaları inanılmazdı. O dağ başında, bu resimleri, bu bilgileri nereden bulup küme dosyalarına koyuyorlar, doğrusu ben de şaşıyordum. Bunda Abbasiye’nin rolü büyüktü. Çoğu zaman, benim de aklıma gelmeyen işler yapıyordu. Örneğin, bizim evde okunmuş eski gazete ve dergilerin yazı ve resimlerini benden habersiz o dosyalara koyuyordu. Abbasiye, bu kümelerde, arkadaşları tarafından, sürekli başkan olarak seçilirdi. Öğrenciler, O'nu ayrıca hep sınıf başkanı olarak seçiyorlardı. Onun bir gün hayatta ümit ettiğim şeyleri başaracağına emindim. Bu duygularla ona destek oluyor, kitaplar getiriyor, dünyayı ve olayları anlamasına yardımcı olmaya çalışıyordum.

Evimin kapıları O'na, diğer öğrencilerime olduğu gibi, her zaman açıktı. O'na çok güveniyordum. Evdeki ansiklopedileri didik didik ediyor, her şeyi öğreniyordu. Eşimin yanında, ev bilgilerine de ayrı bir ilgisi vardı.

O yıllarda, beşinci sınıfın sonunda, yatılı okul sınavları vardı. Şimdiki "Devlet Parasız Yatılı Sınavları" gibi. O sınavlara girmesi için evraklarını hazırladım.  Ancak ailesi yatılı okula göndermek istemiyordu. O'na verecek yol parası, giyecek alacak imkanları olmadıklarını söylüyorlardı. Ayrıca, yörenin kız öğrenciyi yatılı okula göndermedeki çekingenliği de buna etkendi.

Çok uğraştım. Annesi, akrabaları, köy muhtarı, kim varsa. Bu çocuğun okuması gerek, çok zeki, köyünüzün yüz akı olur dedimse de sözümü dinletemedim. Göndermediler. Yatılı okula göndermediler. Köyde ortaokul yoktu. Bundan sonra da okula gidemedi.

O yaz, tayinle başka köye gittik. Birkaç yıl sonra,  bir gençle evlendirdiklerini duydum.

Anadolu’nun pek çok köşesinde, dünyayı yerinden oynatacak nice değer, ilgisizlikten, düzensizlikten ve çaresizlikten kaybolup gidiyor. Bu değerler ortaya çıksa ülkemiz nerelere varmazdı ki. Ama olmuyor işte. Şairin dediği gibi , “görüyorum, ama erişemiyorum”.

İçimde bir yaradır Abbasiye Abla. Geriye dönüp baktığımda, öğretmenlik yaşantımda, içime kor gibi düşen bir yara.



Ramazan IŞIK