22 Mart 2009 Pazar

ŞELEK -

Fatma(Hapba)Işık





Köyün gençleri büyük bir gürültü ile Hapba Bibinin evinin önüne geldiler. Dışardan bağırıyorlardı, "Hapba Bibiii, Hapba Bibiiii". Kadıncağız evin içinde korkuyla irkildi . Elindeki örgü şişini ve yumağı fırlattığı gibi dışarıya koştu.
Burası küçük bir köydü. Aslında köy de değil, bir mezra sayılırdı. O yıllarda, topu topu onbeş, onaltı hanelik bir yerleşim yeriydi. Köyde de, olsa olsa sekiz on kadar genç vardı. Daha, gençlerin iş aramak ve yerleşmek için başka illere gitmeye başlamadığı yıllardı.
Köyün tüm gençlerinin bu kadar heyecan ve gürültüyle kapıya dayanması, yaşı elliyi geçmiş kadında çok garip duygulara yol açtı. İlk önce aklına torunu geldi. Babası O doğduktan yirmibeş gün sonra ölmüş, kendisinin büyütmekte olduğu biricik torunu. O'nun başına birşey mi gelmişti acaba. Korkudan yüreği duracak gibi oldu. Babası öldükten sonra gözü gibi sakınarak büyüttüğü torunu dört yaşına yaklaşmıştı. Oğlunun çok erken yaşta vefaatından sonra torununa da birşey olursa, buna dayanamazdı. Çöktü kaldı. Dışarıya çıkacak mecal bulamıyordu kendinde. Ama meraktan da çatlıyordu.

Kocası da belli yaşı geçmişti artık. Sabah hazırlığını yapıp, çift sürmeye gitmişti. Yoksa O'na mı birşey olmuştu. Evinin direği, tek dayanağı olan Musa'ya da birşey olması da, onun için dayanılmazdı. Bu dağ başındaki köyde, birbirlerine ve torununa tutunarak yaşıyorlardı. Doğrusu buna da dayanamazdı. Şaşırdı. Bir an önce de öğrenmek istiyordu durumu.

Birazdan kendine gelmeye başladığında, birşey de dikkatinden kaçmadı. Gençlerden gelen gürültü, öyle üzüntülü seslere benzemiyordu. Bu sesler, eğlence ve sevinç çığlıklarına benzeyen bağırışmalardı sanki. Azıcık ümitlendi. Yavaş yavaş yerinden doğruldu, kapıya yöneldi. Kapıyı bir çırpıda açtı. Zaten güçlü kuvvetli, yapılı, tam bir Osmanlı Kadını'ydı. Boyunun uzun olmasından dolayı O'na Uzun Hapba derlerdi. Karşısındaki gençlere merakla baktı, durumu kavramaya çalıştı. Ama gördüğü manzara, hiç kara haber vereceklermiş gibi bir manzara değildi. Tekrar ümitlendi. Sert ve meraklı sordu. "Nooolduuuuuuu???? "



"Hapba Bibi , Hapba Bibi, koş!!!", dediler.
"Nereye? Ne oldu", diye feryat etti kadın.
Gençler; "gel de karşıya bak", dediler, hep birlikte.
"Ne oluyor", dedi kadıncağız. Evden çıkıp, evin yan tarafına geçti. Gençlerin dediği yöne doğru baktı, baktı, bakakaldı. Ne diyeceğini şaşırdı.

Karşı taraftan, yamaçtan, torunu eve doğru geliyordu. Gençler, dört yaşına yaklaşan torununun sırtına , çalı çırpıdan oluşan bir yük bağlamışlar, eve doğru göndermişlerdi. Köy yerinde, dağdan odun toplanarak sırta bağlanmasına, ŞELEK denirdi. Torununa da şelek yapılmıştı. Görünen buydu. Torunu eve kışlık odun getiriyordu.

Gülümsedi. Çok hoşuna gitti. Bir ooooh çekti. İçinden tanrıya dua etti. Ne kadar güzel bir manzaraydı. Zaten yıllardır bu günleri bekliyordu. Torununun büyüdüğünü görmek en büyük hayaliydi.

Gençler sabırsızlanmaya başladılar. "Hapba bibi, hadi işte, torun şelekle geliyor, sen de görevini yap artık". Kadıncağız gençlerin ne demek istediklerini anladı. Zaten buna benzer birkaç olay daha yaşamıştı önceleri. Zira torununun her önemli olayında, O'na bir kurban kesme dilekleri vardı. Torunu ilk konuştuğunda, sünnet olduğunda kurbanlar kesilmişti. Bundan sonra da böyle durumlarda, bu kurban kesme adetinin devam edeceği anlaşılıyordu.

Gençler de onun bir zamanlar ; "torunum, eğer sırtında şelekle eve gelirse, kurban keseceğim", dediğini biliyorlardı. İşte bugün bu mizanseni, bunun için hazırlamışlar, Hapba Bibi'den kurbanlık istiyorlardı. "Sevgili gençler tamam, dedi Hapba Bibi, sizi anladım". Köyünün deyimiyle, "yolunan yoldayım" , dedi.


Köy yerinde her ailenin olduğu gibi onların da geçimlerini sağlamak, etinden, sütünden, kılından faydalanmak için yirmi kadar keçiden oluşan davarları vardı. Keçi ağılına gitti. Ordan uygun bir kısır keçi seçti. Gençlere verdi. "Alın, helal olsun, götürüp kesin, afiyetle yeyin, bu günleri gördüm ya, o bana yeter", dedi.

Musa Emmi akşam eve geldiğinde duydukları çok hoşuna gitti. Oğlunu kaybettikten sonra yaşadığı, geçmiş ağır sıkıntılarının çoğunun omuzlarından indiğini hissetti.

Hanım şu kahvemi yap da keyifle içeyim dedi. El değirmeninde çekilmiş, cıngırdaklı kahve tavasında kavrulmuş, bakır cezvede, köpüklü olarak pişirilmiş orta şekerli kahvesini yudumlarken, günün tüm yorgunluğunu attığını hissetti.


Ramazan Işık

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Düşünceleriniz benim için önemlidir. Katkılarınız için teşekkür ederim.